2025 Toki Konut projesi caiz mi ?
Eski hocalar: “Üzerinde banka ismi yazan bank'ların üzerine oturmak bile caiz değil” derdi, şimdi ne oldu da hocalar bankalar konusunda bu kadar rahat konuşabiliyorlar?
Bir süredir sıkça duyduğumuz bu soru, TOKİ tartışmalarıyla birlikte daha da alevlendi. Bunun dışında zaten mevcut fıkıh anlayışının ciddi anlamda sorgulanmaya başlandığı bir sürecin varlığı da söz konusudur. Bu iki meseleyi de vuzuha kavuşturacak bir misal vererek bazı düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Fıkıh kitaplarımızda eti yenilen hayvanların dışkılarının hükmü tartışılmıştır. Ebu Hanîfe bunları ağır necaset görürken, iki talebesi Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed hafif necaset saymışlardır. Ancak İmam Muhammed daha sonra görüş değiştirerek eti yenen hayvanların dışkılarının fahiş miktarda elbiseye bulaşsa bile namaza mani olmadığına hükmetmiştir.
Onun görüş değiştirmesine sebep olan hadise şudur; İmam Muhammed, Abbâsî Halîfesi Hârûn er-Reşîd ile birlikte Rey şehrine gidip kadılık görevini üstlendiğinde yolların ve hanların bu dışkılarla dolu olduğunu görür. Bunun üzerine insanların bundan sakınmalarının güç olduğunu (umûmü’l-belvâ) dikkate alarak bu hükme varmıştır. Daha sonra fukaha -insanların ve hayvanların birlikte kullandığı- Buhârâ'nın çamurlu yollarını da buna kıyas ederek aynı hükmü vermişlerdir. (İbnü'l-hümâm, Fethu'l-kadîr [Dâru'l-kütübi'l-ilmiyye, Beyrut, 2016] I, 205)
Sanırım bu örnek iki meseleyi de anlamaya yardımcı olmuştur. Hocalar modernleşmiş ya da hassasiyetlerini yitirmiş değildir; ancak dünya değişmiştir, hızla da değişmeye devam etmektedir.
Fıkıh, meselelere çok yönlü bakmayı gerektirir. Zira Rey sokaklarını Abbasi sarayından görmek mümkün değildir. Bu sözlerimiz herkesin kendi hevasına göre kolaylık ihdas edebileceği şeklinde anlaşılsın istemiyoruz; ancak fıkıhla iştigal edenlerin bugün bu perspektiften çözümler üretmesi elzemdir, farz-ı kifâyedir, diye düşünüyoruz. Zira “Her şeyin haram olduğu yerde, her şey helal olur!” İnsan, yaptığı hiçbir şeyin İslam'a uymadığına, uymasının da mümkün olmadığına kanaat getirince kulluk motivasyonunu yitirir. Dine aidiyetini kaybetmeye başlar. Ve Allah muhafaza inancından olur. Dolayısıyla insanlara eldeki imkânlar dâhilinde “uygulanabilir” çıkış yolları sunmak gerekir.
Maalesef alanında uzman hocalarımız bile kimi softaların zorbalığına maruz kalmamak için görüş belirtmekten çekinir olmuştur. Aksine bu mesele üzerine daha fazla gitmeleri ve sosyal medyada magandalık yapan bedevileri dikkate almamaları gerekmektedir. “Müctehid içtihadında isabet ederse iki, hata ederse bir sevap alır.” buyurulur. Ben bu hadisi her işittiğimde “İsabet eden sevap alıyor da hata eden niye sevap alıyor?” diye düşünürdüm. Hata edene günah yazılmaması bile büyük bir ihsandır, sevap yazılmasındaki hikmet nedir acaba? derdim. Şimdi anlıyorum ki böyle olmasa kimse elini taşın altına koymak istemez, fetva vermekten kaçınırdı. Allahu 'alem hata edene de sevap verilmesi, ilim ehlini insanlar arasında hüküm vermeye, insanların sorunlarına çözüm üretmeye yönelik bir teşviktir. Onun için hocalarımız ilmi ehliyet, fıkhî dirayet ve halis niyet sahibi olduktan sonra elini taşın altına koymaktan imtina etmemelidir.
Yakın tarihte yaşadığımız badireler malumdur. İlmin inkıtaa uğraması Buhârâ'nın, Belh'in, Rey'in örfüne göre verilmiş hükümleri kitaplardan aynen nakletmekten ibaret olan bir fıkıh anlayışı doğurmuştur. Öteden beri pek çok soruna sebep olsa da bugün artık bunun bir sürdürülebilirliği kalmamıştır. Bırakalım asırları, otuz sene önce verilen hükümler bile bugün anlamını yitirmiştir. Onun için bu hususta çalışan insanları sindirmeye ve yıpratmaya yönelik üstenci saldırgan tavırlara müsamaha gösterilmemesi lazımdır.
Bütün insanları tek bir görüş üzere toplamak mümkün değildir. Sahabe devrinden itibaren görüş farklılıkları olmuştur, bundan sonra da olmaya devam edecektir. Fıkhın tabiatı budur. Herkes farklı pencerelerden bakarak farklı neticelere varacaktır. Artık birileri de buna saygı duymayı öğrenmelidir.
İmam Muhammed'in Muvatta'ını okurken pek çok defa hocası İmam Malik ile ters düştüğüne şahit oluruz. Bu durumda şöyle der; “Bir grup bu rivayeti esas alarak bu hükmü vermiştir; ancak falanca rivayeti dikkate alarak şöyle hüküm vermek bize göre en güzel olandır.”
Ne kadar güzel bir üslup değil mi? Ben de medrese yıllarımda sık sık hocamın yanında bulunurdum da kendisine fetva sorulduğuna şahit olurdum: “Biz buna fetva vermiyoruz ama verenler de var, onunla da amel edilebilir” derdi. İşte bu işin edebi, adabı, ahlakı da budur.
Selâm, hidayete tâbi olanlara…
12 Kas 2025
Mesut Özbilir Hoca
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder