Her şey Uçakta Çocuğumu Kaldırıp Bir Gence Yer Vermemle Başladı
Sene 2008 Temmuz ayı... Ailece umreye gidiyoruz. Uçağa bindik. Yolcular yavaş yavaş koltuklarına yerleşirlerken biz de umre yolunda olmanın sevincini yüreklerimizde hissediyoruz. Uçağın bir an evvel havalanmasını sabırsızlıkla bekliyorduk. Ben, eşim, bir çocuğum, kardeşim, eşi ve çocuğu altı koltuğu doldurmuştuk. Kardeşimin çocuğu beş yaşındaydı.
Hemen hemen herkes koltuklarına yerleşmişti fakat bir genç ayakta kalmış ve önümüzde
oturan bir yolcu ile ufak bir tartışma yaşıyordu. Zaman geçtikçe her ikisinin de sesleri yükselmeye başladı. Suud havayolları aynı koltuğa iki bilet satmış ve tartışmanın sebebi buydu. Ortam iyice gerilmiş hostesler de tartışmaya dahil olmuştu. Ben bu durumu umre dolayısı ile bir fırsata çevirebilir miyim diye düşündüm ve hostese dedim ki; "İsterseniz çocuğu kucağımıza alalım, genç üzülmesin yardımcı olalım." Hostes memnun bir şekilde teşekkür ettikten sonra gerekli işlemleri yapmak için müsaade istedi.
Gerekli bildirimleri yaptıktan sonra bize tekrar teşekkür ederek genci yanımdaki koltuğa yönlendirdi. Çocuğu kucağımıza aldık ve Kays ismindeki gence yer verdik. Kendisi ile İngilizce olarak sohbete başladık. Önce tanıştık; Kays Mekkeli bir gençmiş, Cidde'de Tıp üniversitesinde 4. sınıfı okuyormuş. Babası Sudi Arabistan’da devlette mühendis olarak görevliymiş. Kays'a İstanbul'a gezmeye mi geldiğini sorunca; "Hayır Rusya Krasnodar’dan geliyorum. Ben oradan birisiyle evliyim" dedi. "Peki bu nasıl oldu Kays, yaşın da daha çok genç" dedim. Başladı anlatmaya:
"Benim hep bir hayalim vardı; Müslüman olmayan bir kızla evlenmek ve onun Müslüman olmasına vesile olmak... Sürekli duam buydu. Defaaten Hristiyan ve farklı dinlerin evlilik sitelerine girdim ama bir türlü istediğim tarzda yani İslam'a girecek bir bayan bulamadım. Yine bir gün öylesine bir İslami evlilik sitesine girdim ve Daria isminde bir Rus kızının profilinde bir aylık Müslüman olduğuna dair bir ibareye rastladım. Kendisine mesaj attım ve tanıştık. Daria’nın iki kız kardeşi daha varmış ve babası mühendis annesi kuaförmüş. Kendi inancından yani Ortodoks Hristiyanlıktan sıkılmış, manevi olarak kendini boşlukta his ediyormuş... Sonra internetten dinleri araştırmaya başlamış. Araştırmasının sonunda İslam ile karşılaşmış ve nitekim Müslüman olmuş. İnternet üzerinden İslam’ın emir ve yasaklarını öğrenmeye başlamış. Ailesine Müslüman olduğunu söylediğinde ailesi önce biraz afallamış sonra alışmışlar. Daria o zaman üniversitede meteoroloji bölümü ikinci sınıfta okumaktaymış. Okula başı kapalı gidince kimi arkadaşları "rahibe" demiş kimileri "Çeçen" demiş ve onu dışlamışlar. Baskılardan sıkılan Daria düşünmüş ve duaya başlamış, "Allah’ım ben bu toplum ile birlikte yaşamaktan güçlük çekiyorum bana Müslüman bir eş nasip eyle, beni buradan kurtar" diye dua etmiş. Bu duygularla İslami bir evlilik sitesine üye olmuş. Sonrasında bu sitede benim ile tanıştı. Ve sonunda evlendik."
Kays'ın bu anlattıkları beni oldukça şaşırtmıştı. Allah muhafaza evlilik siteleri insanı yanlış yerlerde yanlış kişilere sevk edebilir diye içimden geçiriyordum. Evlilik niyeti ile girilen bu yolun evliliğe gitmeyip günahlara da gidebileceği unutulmamalıydı. Fakat Kays ile Daria'nın tanışması evlilikle neticelenmişti. Kays anlatmaya devam etti:
"Evliliğe karar verdikten sonra 2007 yılında Suriye Şam'da amcamlarda buluştuk ve düğünümüzü yaptık. Sonrasında o Rusya'ya ben de Suudi Arabistan'a döndüm. Her ikimizin de neticede tahsil hayatımız devam ediyordu."
Şimdi de yani bu karşılaşmamız da Kays Rusya'da Daria’nın ailesini ziyarete gitmiş, bir hafta kaldıktan sonra İstanbul aktarmalı olarak Cidde’ye dönüyordu. Ve kader bizi onunla böyle bir tevafuk ile buluşturdu. Kays evlilik hikayesini bitirdikten sonra bir birimize iletişim bilgilerimizi verdik. Uçaktan inince kendisi ile helalleşerek ayrıldık.
Umreden döndükten sonra Ramazan ayına yaklaşırken Kays'tan bir mesaj geldi. Mesajda; "Abi ben ve eşim Ramazan ayını İstanbul’da geçirmek istiyoruz. Biliyorsun öğrenciyim eşim de öğrenci, maddi imkanımız yetersiz, bize uygun bir ev bulur musunuz?"
Bunun üzerine onlara yirmi beş gün kalmak üzere bir otel ayarladım. Vakit gelince onları karşıladım ve
Sultanahmet’teki otele götürdüm. Fakat Daria'nın dikkatini arka sokaklardaki içkili restoranlar çekti. Bana döndü ve "Ben bunları yine görmek istemiyorum" dedi. Belki de İslam'dan uzak Rusya sokaklarını hatırlatıyordu bu görüntü ona. "Başka bir bölgede kalsak olmaz mı" diye sordu bana. Peki dedim ve onları Üsküdar'da başka bir otele götürdüm.
Sonrasında hemen hemen bir çok gün ramazan boyunca bir araya geldik. Ailece iftarlar yaptık ve çeşitli yerlere gezmeye gittik. Onları kendi evlatlarımız gibi koruduk, kolladık ve nihayetinde hep beraber bayrama ulaştık.
Bayram sonrası onları ülkelerine yolcu ederken her ikisinin de ailelerine çeşitli hediyeler aldım. Sonra ağlayarak vedalaştık ve gittiler.
Aradan bir ay geçti. Bu sefer mesaj Daria'dan geldi. Mesajı sevinç ve göz yaşları içinde yazdığını belirtiyor ve diyordu ki: "Abi ailem sizin bu güzel davranışınız sebebi ile Müslüman oldu. Krasanodar’a döndüğümde sizden ve eşinizden sürekli onlara
bahsetmiştim. Otel masraflarımızı karşıladılar, bizi yedirdiler, içirdiler ve gezdirdiler deyince babam; "Bu Taşkın, Kays'ın akrabası mı?" dedi "yok" dedim. "Taşkın Arap mı?" dedi "yok o Türk" dedim. "Peki kaç yıllık arkadaşlar" dedi "sadece bir aylık" dedim."
Aramızda İslam'dan başka hiçbir bağ olmadığı halde bir insanın bir başkasına böylesi ikramlar yapmasını Daria'nın babası anlamlandıramamış ve çok şaşırmış.
Daria babasına Rusça bir Kur'an-ı Kerim tercümesi uzatıyor ve diyor ki: "Babacığım işte bu bununla oluyor. İslam kardeşliği insanları birbirlerine öyle bağlıyor ki inanlar kardeş ve dost oluyorlar."
Daria'nın babası ve annesi o gün Kur'an-ı Kerim'i okumaya ve anlamaya çalışıyorlar. Beşinci günün sonunda elhamdülillah Müslüman oluyorlar. Ben bunu duyunca adeta sevinçten havalara uçtum. İnşallah onların müslüman olmalarında bir vesilem olmuştur.
Şimdilerde Kays ve Daria Almanya'da yaşıyorlar ve üç çocukları var. Kays orada doktorluk yapıyor..
Taşkın Koçak
Medrese mezunu Ehli Sünnet hocaların Dînî ve ictima'i meselelere getirdikleri çözümler, fikirler ve bazı faydalı paylaşımlar
24 Aralık 2019 Salı
1 Aralık 2019 Pazar
Molla Tekasür ve İksir-i Tekabür
Tekasür (asıl şey, Takva Ubudiyet İhlas ve tevazudan) sizi alıkoydu. o kadar ki.. kabirleri ziyaret ettiniz. Yani mezarı boyladınız. [Tekasür Suresi: 1,2]
Tekasür çoğaltmayı istemek, daha fazlasına talip olmaktır "ثم يطمع ان ازيد كلا" ve o çoklukla övünmek. "انا اكثر منك مالا وولدا" demektir. Tekasürün bu çeşidi yani mal ve evlat çokluğu övünme avamda görülür..
Havasın yanında tekasür ise "ilim" le olmakta. "talebe/mürid/cemaat sayısı" ile olmakta "okuduğu kitabın çokluğu" ve "okuduğu hocanın büyüklüğü" ile olmakta, ama maalesef onlarda da olmaktadır.
"Kibir hocalara pek yapışır ama hiç yakışmaz" İmam Mahmud Ef Ks.
Şeytanda herkesin nabzına göre vereceği bir şerbeti var. Kimse şeytanın tesvilatından emniyette değil. Muhlas kullar hariç.. Tekasür ihlas ve takvayı kemiren sinsi bir mikroptur. tekasür marazının menfi sonuç ve belirtilerinden en bariz ve en çirkin olanı kibirdir. Tekasür ve kibir yapışık ikizler gibidir. Bilakis kibir tekasürün neticesidir. Tekasür başladı mı kibir; "başkasını beğenmeme, küçük görme" arkasından gelir..
Kitapları anlayarak onlayarak okumuş talebe, az okumuş veya okuyamamış talebeyi gözünde düşük görüyorsa bu ilim onda ancak tekasür ve kibir iras etmiştir.
tekkede yıllarını çoğaltmış mürid, medresede yıllanmış kıdemli talib yeni gelmiş olanı istihfaf ediyorsa bu kıdem onda tekasür ve kibir netice vermiştir.
"ben büyük hocalarda okudum barış hocada okudum cahit hocada okudum sen kimde okudun" diye sorunca adı sanı duyulmadık bir hoca ismi işitince dudak büküyorsan kendini fazletli sayıyorsan sen şüphesiz tekasür ve tekebbür marazına tululmuşun molla kardeşim.
Tekasürün diğer bir çeşidi müritlerin müntesip sayısıyla övünmeleri :"Bizim tarikatın şu kadar çok müridi var şu kadar çok binası var.. sizin ki az" demeleridir.
Hocaların talebe sayısıyla övünmeleri "Benim talebem yüz tane bin tane seninki kaç tane!?" demeleri de tekasürdür ve neticesi genelde kibirdir.
Tekkeye yeni gelmiş mürid, medreseye henüz gelmiş talebe herkesi güzünde büyük tutar her sarıklıya efendim der her sakallıya hocam der.. sonra biraz ilim tahsil eder biraz kıdem hasıl eder, sözde gözü açılır.. ve kişiler güzünde küçülmeye başlar.. aslında kimse ne büyüdü ne küçüldü büyüyen tek şey bunun egosu ve kibri.. Bunda nükseden şey tekasür marazı. Artan ilmi, çoğalan tecrübesiyle eller gözünde küçülmüş, nefsini put gibi büyütmüştür..
O yüzden Allah dostları bizleri uyarırlar : "Bin yıl hizmet etsen bir karar dur" "Tekkeye vav gibi gelip elif gibi çıkma, aksine elif gibi girdin ise vav gibi çık" İmam Mahmud efendi ks: "Arkadaşlar daima şöyle demeliyiz: Eller yahşi ben yaman. Eller buğday ben saman"
Dünkü talebe medreseye gelmiş genç bir hocadan yıllarca okumuş ilim edep tahsil etmiş.. Bir mecliste buna soruyorlar sen kimde okudun ? Genç hocanın adını diyemiyor, hocasının hocası adını veriyor.. Neden ? Tekasür ve tekabür marazından. Genç hocanın adını telaffuz etmesi övünme sebebi olmayacak çünkü..
Akademi dünyasında işler daha perişan. diploması olmayanı adamdan saymamak nefsini put yapmaktan başka bir şey değil. O dünyada tekasür karyer makam çokluğu maaş fazlalığı şeklinde cereyan eder ve hç farkına bile varmazlar..
İksir-i Tekabür
Tekasür marazına tutulup tekabür girdabına kapılan kişi Allahın "Kella" "hayır hayır iş bu değil" buyruğuna sarılmalı, "kella"nın ifade ettiği manayı uzun uzun tefekkür ve tedebbür edip hakikatin sırrına vakıf olmalıdır.
Mevzu "Mahmud efendi hazretlerinin bu konuda da bizlere üsve-i hasene olması ve takvada tevazuda imam olması" konusuyla devam edecek inşallah..
isa erdoğan siteye git
2.12.2019
Tekasür çoğaltmayı istemek, daha fazlasına talip olmaktır "ثم يطمع ان ازيد كلا" ve o çoklukla övünmek. "انا اكثر منك مالا وولدا" demektir. Tekasürün bu çeşidi yani mal ve evlat çokluğu övünme avamda görülür..
Havasın yanında tekasür ise "ilim" le olmakta. "talebe/mürid/cemaat sayısı" ile olmakta "okuduğu kitabın çokluğu" ve "okuduğu hocanın büyüklüğü" ile olmakta, ama maalesef onlarda da olmaktadır.
"Kibir hocalara pek yapışır ama hiç yakışmaz" İmam Mahmud Ef Ks.
Şeytanda herkesin nabzına göre vereceği bir şerbeti var. Kimse şeytanın tesvilatından emniyette değil. Muhlas kullar hariç.. Tekasür ihlas ve takvayı kemiren sinsi bir mikroptur. tekasür marazının menfi sonuç ve belirtilerinden en bariz ve en çirkin olanı kibirdir. Tekasür ve kibir yapışık ikizler gibidir. Bilakis kibir tekasürün neticesidir. Tekasür başladı mı kibir; "başkasını beğenmeme, küçük görme" arkasından gelir..
Kitapları anlayarak onlayarak okumuş talebe, az okumuş veya okuyamamış talebeyi gözünde düşük görüyorsa bu ilim onda ancak tekasür ve kibir iras etmiştir.
tekkede yıllarını çoğaltmış mürid, medresede yıllanmış kıdemli talib yeni gelmiş olanı istihfaf ediyorsa bu kıdem onda tekasür ve kibir netice vermiştir.
"ben büyük hocalarda okudum barış hocada okudum cahit hocada okudum sen kimde okudun" diye sorunca adı sanı duyulmadık bir hoca ismi işitince dudak büküyorsan kendini fazletli sayıyorsan sen şüphesiz tekasür ve tekebbür marazına tululmuşun molla kardeşim.
Tekasürün diğer bir çeşidi müritlerin müntesip sayısıyla övünmeleri :"Bizim tarikatın şu kadar çok müridi var şu kadar çok binası var.. sizin ki az" demeleridir.
Hocaların talebe sayısıyla övünmeleri "Benim talebem yüz tane bin tane seninki kaç tane!?" demeleri de tekasürdür ve neticesi genelde kibirdir.
Tekkeye yeni gelmiş mürid, medreseye henüz gelmiş talebe herkesi güzünde büyük tutar her sarıklıya efendim der her sakallıya hocam der.. sonra biraz ilim tahsil eder biraz kıdem hasıl eder, sözde gözü açılır.. ve kişiler güzünde küçülmeye başlar.. aslında kimse ne büyüdü ne küçüldü büyüyen tek şey bunun egosu ve kibri.. Bunda nükseden şey tekasür marazı. Artan ilmi, çoğalan tecrübesiyle eller gözünde küçülmüş, nefsini put gibi büyütmüştür..
O yüzden Allah dostları bizleri uyarırlar : "Bin yıl hizmet etsen bir karar dur" "Tekkeye vav gibi gelip elif gibi çıkma, aksine elif gibi girdin ise vav gibi çık" İmam Mahmud efendi ks: "Arkadaşlar daima şöyle demeliyiz: Eller yahşi ben yaman. Eller buğday ben saman"
Dünkü talebe medreseye gelmiş genç bir hocadan yıllarca okumuş ilim edep tahsil etmiş.. Bir mecliste buna soruyorlar sen kimde okudun ? Genç hocanın adını diyemiyor, hocasının hocası adını veriyor.. Neden ? Tekasür ve tekabür marazından. Genç hocanın adını telaffuz etmesi övünme sebebi olmayacak çünkü..
Akademi dünyasında işler daha perişan. diploması olmayanı adamdan saymamak nefsini put yapmaktan başka bir şey değil. O dünyada tekasür karyer makam çokluğu maaş fazlalığı şeklinde cereyan eder ve hç farkına bile varmazlar..
İksir-i Tekabür
Tekasür marazına tutulup tekabür girdabına kapılan kişi Allahın "Kella" "hayır hayır iş bu değil" buyruğuna sarılmalı, "kella"nın ifade ettiği manayı uzun uzun tefekkür ve tedebbür edip hakikatin sırrına vakıf olmalıdır.
Mevzu "Mahmud efendi hazretlerinin bu konuda da bizlere üsve-i hasene olması ve takvada tevazuda imam olması" konusuyla devam edecek inşallah..
isa erdoğan siteye git
2.12.2019
18 Kasım 2019 Pazartesi
Erkek Başı Açık Olmak Bidattır
Soru: Osmanlının son Dersiamlarından Ahıskalı Ali Haydar efendinin "erkekler başı açık olmak büyük günahtır" sözü nasıl anlaşılmalı ? Neden günahtır ?
Erkeklerin sarıksız takkesiz başı açık olarak gezinmesi avrupadan içimize girmiş çirkin bir bidattır. Bu halkın başındaki sarık Şeriat alameti olduğu için cumhuriyeti kuran kadronun doğrudan hedef tahtasındaydı. Şapka kanunu çıkarmaktan asıl gaye sarığı baştan indirmekti. Toplum bilimciler "bu millet başı açık sokağa çıkmaz bunu ar bilir sarığı fesi bu şekil yasaklayamazsınız" deyince "o zaman yerine şapka giysinler" denildi ve şapka kanunu böyle çıktı. Sonra Millet şapkadan tiksindi yıldı usandı ve başından indirdi. Kanun yerinde durduğu halde, şapkayı takmayan memurlara suçlu oldukları halde cezai işlem yapılmadı çünkü asıl maksat hasıl olmuştu: Bu milletin başından sarığı fesi atmışlar son İslam alametlerini de yok etmişlerdi..
Hamiyyet-i Dîniyye sahibi şuurlu Müslüman bu oyunları bozmalı ve başına bir sarık, en azından bir takke/fes koymalıdır. i.er
11 Ekim 2019 Cuma
Dini Nikah Kıydırmak Zorunda Mıyız ?
Resmi Nikahla Birlikte İmam Nikahı Gerekli midir ? İmam Nikahının Hükmü Nedir ?
Evlenecek kişilerin nikah kıyması farzdır. Resmi nikah kıyılırken eğer islamın nikahta istediği şartlar yerine geliyorsa resmi nikah aynen "Dini nikah" olarak da geçer, bazı mühim sünnetlerin terk edilmiş olmasıyla beraber. Bu durumda resmi nikah sonrasında/öncesinde İmam nikahı kıydırmak Sünnet olur.
Eğer resmi nikah esnasında Dini gereklilikler yerine gelmiyorsa bu durumda ilave bir "İmam nikahı" farz olur.
Eğer durum şüpheli ise, yani resmi nikah anında dinen; Allah katında da o kişiler "evlenmiş sayıldılar mı sayılmadılar mı ?" şüpheli ise bu durumda eşlerin ilave bir imam nikahı kıydırmaları vacip olur.
Nedir Nikahın Dini Gereklilikleri ?
-Eşlerden birinden teklif, diğerinden kabul (îcab-kabul/sîga)
-iki erkek şahit (veya bir erkek ile iki kadın)
-Nikaha mani bir durum olmamak (kadın başkasıyla nikahlı, erkeğin mahremi olmak, kitapsız olmak gibi)
Şafilerde bunlara ilaveten:
-Kadını velisi evlendiriyor olmak
-Eşlerden biri ve veli ihramlı olmamak..
Resmi nikahlarda memurun karşısında kadının velisi değil kendisi vardır. Bu durumda şafiye göre zaten o nikah olmamıştır. Bu sebeple şafi mezhebindeki müslümanlar resmi nikah ile yetinemezler.
Bazen resmi nikahlarda iki erkek şahit bulunmuyor. Erkeksiz kadınların şahitliği hiç bir mezhepte geçerli değildir.
Ancak genel kanıya göre resmi nikah Hanefi mezhebince Dinen de nikah sayılmaktadır. Memurun şimdiki hal sigasıyla "kabul ediyor musun" sorusuna tarafların "evet" demesi aslında sorun değildir. Ve artık nikahın sünnetleri olan Allahın adıyla Peygamberin kavliyle başlamak ve mehirin takdir edilmesi ve zikredilmesi, Kuran okunması ve dua edilmesi gibi faziletler ve bereketlerin tahsili, hocanın nikah ve talakla ilgili hatırlatma yapması, eğer yoksa eşlerde iman, nikah öncesinde iman tazeletmesi gibi hususların temini için ve en azından ihtilaftan kaçınmak, gönül mutmain olmak için imam nikahından vaz geçmemelidir.
isaerdogan.com
Evlenecek kişilerin nikah kıyması farzdır. Resmi nikah kıyılırken eğer islamın nikahta istediği şartlar yerine geliyorsa resmi nikah aynen "Dini nikah" olarak da geçer, bazı mühim sünnetlerin terk edilmiş olmasıyla beraber. Bu durumda resmi nikah sonrasında/öncesinde İmam nikahı kıydırmak Sünnet olur.
Eğer resmi nikah esnasında Dini gereklilikler yerine gelmiyorsa bu durumda ilave bir "İmam nikahı" farz olur.
Eğer durum şüpheli ise, yani resmi nikah anında dinen; Allah katında da o kişiler "evlenmiş sayıldılar mı sayılmadılar mı ?" şüpheli ise bu durumda eşlerin ilave bir imam nikahı kıydırmaları vacip olur.
Nedir Nikahın Dini Gereklilikleri ?
-Eşlerden birinden teklif, diğerinden kabul (îcab-kabul/sîga)
-iki erkek şahit (veya bir erkek ile iki kadın)
-Nikaha mani bir durum olmamak (kadın başkasıyla nikahlı, erkeğin mahremi olmak, kitapsız olmak gibi)
Şafilerde bunlara ilaveten:
-Kadını velisi evlendiriyor olmak
-Eşlerden biri ve veli ihramlı olmamak..
Resmi nikahlarda memurun karşısında kadının velisi değil kendisi vardır. Bu durumda şafiye göre zaten o nikah olmamıştır. Bu sebeple şafi mezhebindeki müslümanlar resmi nikah ile yetinemezler.
Bazen resmi nikahlarda iki erkek şahit bulunmuyor. Erkeksiz kadınların şahitliği hiç bir mezhepte geçerli değildir.
Ancak genel kanıya göre resmi nikah Hanefi mezhebince Dinen de nikah sayılmaktadır. Memurun şimdiki hal sigasıyla "kabul ediyor musun" sorusuna tarafların "evet" demesi aslında sorun değildir. Ve artık nikahın sünnetleri olan Allahın adıyla Peygamberin kavliyle başlamak ve mehirin takdir edilmesi ve zikredilmesi, Kuran okunması ve dua edilmesi gibi faziletler ve bereketlerin tahsili, hocanın nikah ve talakla ilgili hatırlatma yapması, eğer yoksa eşlerde iman, nikah öncesinde iman tazeletmesi gibi hususların temini için ve en azından ihtilaftan kaçınmak, gönül mutmain olmak için imam nikahından vaz geçmemelidir.
isaerdogan.com
30 Eylül 2019 Pazartesi
Mahmud Efendi, Ümmetin Derdiyle..
• Mahmud Efendi hz. ümmetin derdiyle yakından ilgilenmesi, ve her zaman ulaşılabilir olması
• Efendi haz. Hocalara hususi alaka ve ders vermesi
• Ef Hz nin sabrı, hilmi, güzel ahlakı
• Ef Hz nin bir Kerameti
• Hüsameddin Vanlıoğlu hocaefendinin Ef Hz ile hatırası
Hüsamettin Vanlıoğlu Hocaefendi şöyle anlattı “Sabah namazından sonra Hatm-i Hâcegan ardından Mektubat dersinde, Efendi hazretleriyle 9 ay bire bir ders okuduk. 9 ay her gün bizi odasına alır bizlere ders okurdu. Ders esnasında derdi haceti olanlar gelir, dersi bölmek zorunda kalırdık. Bazen o kadar çok gelen olurdu ki, öğle namazından sonra derse başlamak durumda kalırdık, yatsı namazından sonra ders ancak biterdi.
Efendi hazretlerinin yanına kim gelirse gelsin, makamı mevkii ne olursa olsun, hâli, davranışı, alakası hep aynı olurdu.
Bir gün birisi geldi, bir şeyh efendiyi meşgul etmeye değmeyecek önemsiz bir mesele anlattı. Artık bu kadarına dayanamadım çok sinirlendim. Hayatımda hiç kimse ile kavga etmediğim halde, kalkayım şuna bir tokat atayım, "Efendi hazretlerini bunun için mi meşgul ediyorsun, sizin yüzünüzden ders okuyamıyoruz" diyeyim diye içimden geçirdim. Adam gittikten sonra Efendi hazretleri sırtıma vurdu
"Hüsameddin efendi bana herkes dayanamaz" buyurdu"
Muhammed Çiftçi hocaya teşekkür ederiz
isaerdogan.com
• Efendi haz. Hocalara hususi alaka ve ders vermesi
• Ef Hz nin sabrı, hilmi, güzel ahlakı
• Ef Hz nin bir Kerameti
• Hüsameddin Vanlıoğlu hocaefendinin Ef Hz ile hatırası
Hüsamettin Vanlıoğlu Hocaefendi şöyle anlattı “Sabah namazından sonra Hatm-i Hâcegan ardından Mektubat dersinde, Efendi hazretleriyle 9 ay bire bir ders okuduk. 9 ay her gün bizi odasına alır bizlere ders okurdu. Ders esnasında derdi haceti olanlar gelir, dersi bölmek zorunda kalırdık. Bazen o kadar çok gelen olurdu ki, öğle namazından sonra derse başlamak durumda kalırdık, yatsı namazından sonra ders ancak biterdi.
Efendi hazretlerinin yanına kim gelirse gelsin, makamı mevkii ne olursa olsun, hâli, davranışı, alakası hep aynı olurdu.
Bir gün birisi geldi, bir şeyh efendiyi meşgul etmeye değmeyecek önemsiz bir mesele anlattı. Artık bu kadarına dayanamadım çok sinirlendim. Hayatımda hiç kimse ile kavga etmediğim halde, kalkayım şuna bir tokat atayım, "Efendi hazretlerini bunun için mi meşgul ediyorsun, sizin yüzünüzden ders okuyamıyoruz" diyeyim diye içimden geçirdim. Adam gittikten sonra Efendi hazretleri sırtıma vurdu
"Hüsameddin efendi bana herkes dayanamaz" buyurdu"
Muhammed Çiftçi hocaya teşekkür ederiz
isaerdogan.com
28 Eylül 2019 Cumartesi
Şiya Mezhebini Bitiren Gerçek
Sapkın Şiya-Caferi Mezhebini Kökünden Bitiren Gerçek!
Şiya mezhebini aslı esası sahabenin ulularına, Hz Ebubekir, Hz Ömer ve Hz Ayşeyi reddetmek, küfre nispet etmek, hatta sövmek, sebb ve lanet etmek üzere kuruludur. Şiiler Sahabeden kaçarak güya 12 imama sığınmış görünür, Ehl-i Beyt yolundan gittiklerini iddia ederler.
Halbuki inandıkları (ve iman şartı saydıkları) o 12 imam, Ehl-i Beyt-i Rasulillah sas asla Hz Ebubekir Hz Ömeri inkar etmediler. Katiyyetle onlara sövmediler, asla lanet etmediler. Bilâkis hürmet ve muhabbet ettiler.. ta ki çocuklarına onların mübarek isimlerini verdiler..
Buyurun okuyun ve görün :
Ehl-i Beyt (12 İmam) dan oğluna Ebubekir adı verenler:
Hz. Ali'nin oğlu EbûBekir
Hz Ali'nin oğlu Hz. Hasan'ın oğlu EbûBekir
Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin'in oğlu EbûBekir
Mûsa Kâzım'ın oğlu EbûBekir
Ehl-i Beyt (12 İmam) dan oğluna Ömer adı verenler:
Hz. Ali'nin oğlu Ömer
Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin'in oğlu Ömer
Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hasan'ın oğlu Ömer
Hz. Hüseyin'in oğlu Zeynel Abidîn'in oğlu Ömer
Musa Kâzım'ın oğlu Ömer
Ehl-i Beyt (12 İmam) dan kızına Ayşe adı verenler:
Cafer-i Sâdık'ın kızı Ayşe
Musa Kâzım'ın kızı Ayşe
Ali Rıza'nın kızı Ayşe
Artık anlaşılmıştır ki bugün mevcut haliyle Sahabeyi inkar eden, söven Şiya/Şii/Rafıziyye/İsna-Aşera/İmamiyye/Caferiyye mezhebi sonradan ortaya çıkmış bir akımdır. Ve yolundan gittiklerini sandıkları 12 İmamların yolu asla Sahabeye sövmek inkar etmek olmamıştır. Sahabeye karşı şiyanın bu tutumu ortadan kalktığında geriye İslamın Ana Caddesi: Ehli Sünnet Hak İslam Mezhebi kalır ve ayrılık kavga gürültü biter.
isaerdogan.org
Şiya mezhebini aslı esası sahabenin ulularına, Hz Ebubekir, Hz Ömer ve Hz Ayşeyi reddetmek, küfre nispet etmek, hatta sövmek, sebb ve lanet etmek üzere kuruludur. Şiiler Sahabeden kaçarak güya 12 imama sığınmış görünür, Ehl-i Beyt yolundan gittiklerini iddia ederler.
Halbuki inandıkları (ve iman şartı saydıkları) o 12 imam, Ehl-i Beyt-i Rasulillah sas asla Hz Ebubekir Hz Ömeri inkar etmediler. Katiyyetle onlara sövmediler, asla lanet etmediler. Bilâkis hürmet ve muhabbet ettiler.. ta ki çocuklarına onların mübarek isimlerini verdiler..
Buyurun okuyun ve görün :
Ehl-i Beyt (12 İmam) dan oğluna Ebubekir adı verenler:
Hz. Ali'nin oğlu EbûBekir
Hz Ali'nin oğlu Hz. Hasan'ın oğlu EbûBekir
Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin'in oğlu EbûBekir
Mûsa Kâzım'ın oğlu EbûBekir
Ehl-i Beyt (12 İmam) dan oğluna Ömer adı verenler:
Hz. Ali'nin oğlu Ömer
Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin'in oğlu Ömer
Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hasan'ın oğlu Ömer
Hz. Hüseyin'in oğlu Zeynel Abidîn'in oğlu Ömer
Musa Kâzım'ın oğlu Ömer
Ehl-i Beyt (12 İmam) dan kızına Ayşe adı verenler:
Cafer-i Sâdık'ın kızı Ayşe
Musa Kâzım'ın kızı Ayşe
Ali Rıza'nın kızı Ayşe
Artık anlaşılmıştır ki bugün mevcut haliyle Sahabeyi inkar eden, söven Şiya/Şii/Rafıziyye/İsna-Aşera/İmamiyye/Caferiyye mezhebi sonradan ortaya çıkmış bir akımdır. Ve yolundan gittiklerini sandıkları 12 İmamların yolu asla Sahabeye sövmek inkar etmek olmamıştır. Sahabeye karşı şiyanın bu tutumu ortadan kalktığında geriye İslamın Ana Caddesi: Ehli Sünnet Hak İslam Mezhebi kalır ve ayrılık kavga gürültü biter.
isaerdogan.org
27 Eylül 2019 Cuma
Mahmud Efendi ve 80 Darbesi
• Zulmet ve Azabın defi içün Allah yolunda sabretmeli
• Ef Hz yolunda Hizmetlerin tatil edilmesi yoktur
• Burhanettin Demirtaş'ın Ef Hz ile hatırası
• Efendi Hazretleri kadar ihvanların da cesaret ve metanetli oluşu
Medresede ders arkadaşımız merhum Burhanettin Demirtaş ağabeyimiz anlattı. 1980 kenan Evren darbe yıllarında İstanbul'da sıkıyönetim misilli ağır bir hava var.. Sarıklı Cübbeli müslümanlar darbeci yönetim eliyle terörist muamelesi görüyor, görüldükleri yerlerde tevkif ediliyorlar suçsuz sorgusuz nezarethanelere atılıyorlar.. Bir çoğumuz sokakta sarıkları çıkarttık camide nanazda sarıyoruz camiden çıkışta hatmi hoca odasına geçerken karakoldan bizi dikizleyen polislere görünmemek için eğilerek geçiyorduk..
Bu ahval ve şerait altında bile Efendi Hazretleri derslere sohbetlere hatm-i hacegana devam ediyor bir ara vermiyor.. Biz acemi müritler, korku ve endişe içinde gözümüz kulağımız Efendi hazretlerinden gelecek bir tatil haberinde.. O yüzden bir tek sohbeti kaçırmıyorum "Ortalık kötü bir süre sohbet ders hatmi hacegan yapılmayacak talebeler, ihvanlar oturun evlerinizde.." denilmesini bekliyoruz. Ancak Efendi Hazretleri bir şey olmamış gibi tam hız devam ediyor..
Artık biz dayanamadık bir kaç kişi bizzat çıkıp halimizi arz ettik "derslere sohbetlere bir ara verneyecek miyiz Efendim" dedik.
Efendi Hazretleri hiç düşünmeden "Bunca zulmet neyle kalkacak !? Durmak yok. Hizmetlere aynen devam edeceğiz.." buyurdu.
Yani "bu kadar zulüm ve küfür isyan var ise bu zulmetin defi ref'i ancak ibadete zikre Allahın dinine daha çok sarılmaya bağlıdır. Bırakmaya değil"
Bize de bir metanet ve cesaret geldi ve hamdolsun o kasvetli yılları da öylece atlattık.
isaerdogan.org
• Ef Hz yolunda Hizmetlerin tatil edilmesi yoktur
• Burhanettin Demirtaş'ın Ef Hz ile hatırası
• Efendi Hazretleri kadar ihvanların da cesaret ve metanetli oluşu
Medresede ders arkadaşımız merhum Burhanettin Demirtaş ağabeyimiz anlattı. 1980 kenan Evren darbe yıllarında İstanbul'da sıkıyönetim misilli ağır bir hava var.. Sarıklı Cübbeli müslümanlar darbeci yönetim eliyle terörist muamelesi görüyor, görüldükleri yerlerde tevkif ediliyorlar suçsuz sorgusuz nezarethanelere atılıyorlar.. Bir çoğumuz sokakta sarıkları çıkarttık camide nanazda sarıyoruz camiden çıkışta hatmi hoca odasına geçerken karakoldan bizi dikizleyen polislere görünmemek için eğilerek geçiyorduk..
Bu ahval ve şerait altında bile Efendi Hazretleri derslere sohbetlere hatm-i hacegana devam ediyor bir ara vermiyor.. Biz acemi müritler, korku ve endişe içinde gözümüz kulağımız Efendi hazretlerinden gelecek bir tatil haberinde.. O yüzden bir tek sohbeti kaçırmıyorum "Ortalık kötü bir süre sohbet ders hatmi hacegan yapılmayacak talebeler, ihvanlar oturun evlerinizde.." denilmesini bekliyoruz. Ancak Efendi Hazretleri bir şey olmamış gibi tam hız devam ediyor..
Artık biz dayanamadık bir kaç kişi bizzat çıkıp halimizi arz ettik "derslere sohbetlere bir ara verneyecek miyiz Efendim" dedik.
Efendi Hazretleri hiç düşünmeden "Bunca zulmet neyle kalkacak !? Durmak yok. Hizmetlere aynen devam edeceğiz.." buyurdu.
Yani "bu kadar zulüm ve küfür isyan var ise bu zulmetin defi ref'i ancak ibadete zikre Allahın dinine daha çok sarılmaya bağlıdır. Bırakmaya değil"
Bize de bir metanet ve cesaret geldi ve hamdolsun o kasvetli yılları da öylece atlattık.
isaerdogan.org
21 Eylül 2019 Cumartesi
ABD'nin Bize Attığı Kazık: Çam Ağcı
Uzmanlar "Hristiyanlarca kutsal sayılan Çam ağıcı dikmenin Türkiye için tuzak olduğunu, çam yerine Meyve ormanları oluşturmanın her bakımdan daha faydalı olacağını belirttiler.
Gazeteci yazar Gülgün Feyman Budak, tüm Türkiye’ye çam ağacı yerine zeytin ağacı dikin çağrısı yaptı. Budak, “Çam ağacı ABD’nin Türkiye’ye bir tuzağıdır “ dedi ve açıklamalarına şöyle devam etti,
“1940 yıllarda Marshall yardımlarıyla Ege ve Akdeniz bölgemizdeki milyonlarca zeytin ağacımız kökünden sökülerek gemilerle Avrupaya götürüldü.
“1940 yıllarda Marshall yardımlarıyla Ege ve Akdeniz bölgemizdeki milyonlarca zeytin ağacımız kökünden sökülerek gemilerle Avrupaya götürüldü.
ABD bize bu ağaçların yerine milyonlarca kavak ve çam(çıra) fidanı verdi. Kavak ağacı memlekette alerjik hastalıklar başlattı. Çam ağacı ise bildiğimiz yağlı çıra idi. Dağlarımıza ovalarımıza her yere diktik. Hiçbir işe yaramayan bu ağaç, ülkemizin dağına bayırına dikilen saatli bomba oldular.
Bu ağaçlar yandığı zaman kozalakları patlayarak yanar halde 200 metre uzağa fırlamakta oradaki çam ağaçlarını da tutuşturmaktadır. Bugüne kadar kimi gördüysem yetkili yetkisiz, beyinli beyinsiz herkese anlattım. "ABD, bizim gibi "haini bol" ülkelerin coğrafyasını çam (ÇIRA) ormanlarıyla dolduruyor, içimizdeki hainlerin sayesinde bir kibrit çakmasıyla 100 savaş uçağının verdiği zararı veriyorlar.
Şimdi soruyorum size devletimiz bu çam ağaçlarının yerine zeytin, ceviz, badem, incir, sakız ağacı dikse hem bu ağaçlar kolay kolay yanmaz hem de köylümüze bir gelir olur” ifadelerini kullandı
alıntı
15 Eylül 2019 Pazar
600.000 Sevaplık Salâvat ?
Soru: Sevabı 600 bin olduğu söylenen selevat doğru mudur ? Allahumme salli ala seyyidina Muhammed adede ma fî ilmillah salâten dâimen bi devâmi mulkillâh"
Cevap:
Bu siga ile bir salevat çeşidi ve bu sevap sahih kaynaklara geçmiyor. Salevatı bu şekilde okumak caiz ise de sevabına öylece inanmak caiz olmaz çünkü sevap Allahın elinde ve Allah hakkında konuşmak karar vermek ancak vahiyle mümkündür.. amma metlüvv veya gayri metlüvv..
Alimler şöyle dediler:
En efdal salavat sigası namazda teşehhutte okunandır. Çünkü Sahabeler R.ahm sordular "Ya Rasulallah sana nasıl salât edelim? Efendimiz de bunu öğretti :
Allah Rasulü herhalde kendisi için en iyi ve kârlı olanı öğretmiştir değil mi !? (Imam Nevevi)
اللهم صل على سيدنا محمد عدد ما في علم الله صلاة دائما بدوام ملك الله
Bu salevat sigasıni okuyana altı yüz bin veya yedi yüz bin sevap verildiği gerçek midir ?Cevap:
Bu siga ile bir salevat çeşidi ve bu sevap sahih kaynaklara geçmiyor. Salevatı bu şekilde okumak caiz ise de sevabına öylece inanmak caiz olmaz çünkü sevap Allahın elinde ve Allah hakkında konuşmak karar vermek ancak vahiyle mümkündür.. amma metlüvv veya gayri metlüvv..
Alimler şöyle dediler:
En efdal salavat sigası namazda teşehhutte okunandır. Çünkü Sahabeler R.ahm sordular "Ya Rasulallah sana nasıl salât edelim? Efendimiz de bunu öğretti :
اللَّهُمَّ صَلِّ على مُحَمَّدٍ، وعلى آلِ مُحَمَّدٍ، كما صَلَّيْتَ على آلِ إبْراهِيمَ، إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ، اللَّهُمَّ بارِكْ على مُحَمَّدٍ، وعلى آلِ مُحَمَّدٍ، كما بارَكْتَ على آلِ إبْراهِيمَ، إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
Allah Rasulü herhalde kendisi için en iyi ve kârlı olanı öğretmiştir değil mi !? (Imam Nevevi)
عن كعب بن عجرة: قِيلَ: يا رَسولَ اللَّهِ، أمّا السَّلامُ عَلَيْكَ فقَدْ عَرَفْناهُ، فَكيفَ الصَّلاةُ عَلَيْكَ؟ قالَ: قُولوا: اللَّهُمَّ صَلِّ على مُحَمَّدٍ، وعلى آلِ مُحَمَّدٍ، كما صَلَّيْتَ على آلِ إبْراهِيمَ، إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ، اللَّهُمَّ بارِكْ على مُحَمَّدٍ، وعلى آلِ مُحَمَّدٍ، كما بارَكْتَ على آلِ إبْراهِيمَ، إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
البخاري (٢٥٦ هـ)، صحيح البخاري ٤٧٩٧ • [صحيح] •
الفرق بين هذا و ذاك !؟
ما الفرق بين :الأبدي ، الأزلي ،الأمدي والسرمدي
- الأبدي : الذي لا نهاية له .
- الأزلي : الذي لا بداية له .
- الأمدي : مابين بداية ونهاية
- السرمدي : الذي لا بداية ولا نهاية له .
🌼 ما الفرق بين التحسس والتجسس ؟
- التحسّس : تتبّع أخبار الناس بالخير ( اذهبوا فتحسّسوا من يوسف )
- التّجسّس : معرفة أسرار الناس بالشر ( ولا تجسسوا )
ما الفرق بين : الصمت والسكوت ؟
- الصمت : يتولد من الأدب والحكمة .
- السكوت : يتولد من الخوف .
✍ ما الفرق بين ✍الكآبة و الحزن ؟
- الكآبة : تظهر على الوجه .
- الحزن : يكون مضمراً بالقلب .
أعاذكم الله منهما .
✍ ما الفرق بين ✍شرقت الشمس وأشرقت الشمس
- شرقت : بمعنى طلعت
- أشرقت : بمعنى أضاءت
( وأشرقت الأرض بنور ربها )
✍ مالفرق بين ✍التعليم والتلقين ؟
- التلقين : يكون في الكلام فقط ،
- التعليم : يكون في الكلام وغيره
نقول : لقنه الشعر ، ولا يقال : لقنه النجارة .
✍ ما الفرق بين ✍الجسد والبدن ؟
- الجسد : هو جسم الانسان كاملاً من الرأس إلى القدمين .
- البدن : فهو الجزء العلوي فقط من جسم الإنسان .
✍ ما الفرق بين ✍التضادِّ والتناقض ؟
التضاد : يكون في الأفعال .
التناقض : يكون في الأقوال
✍ ما الفرق بين ✍ الهبوط والنزول ؟
- الهبوط يتبعه إقامة
( اهبطوا مصراً فإن لكم ماسألتم )
أي اذهبوا لمصر للإقامة فيها
- النزول : فهو النزول المؤقت لا يعقبهُ استقرار .
✍ ما الفرق بين ✍المختال والفخور
( وَٱللَّهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ )
- المختال : ينظر إلى نفسه بعين الافتخار .
- الفخور : ينظر إلى الناس بعين الاحتقار .
✍ ما الفرق بين ✍الظلم والهضم ؟
- الهضم هو نقصان بعض الحق .
- الظلم يكون في الحق كله .
قال تعالى ( فلا يخاف ظُلما ولا هضما )
✍ ما الفرق بين ✍المقسط والقاسط؟
- المُقسط : هو العادل أو المُنصف
( إن الله يحب المُقسطين )
- القاسط : هو الظالم أو الجائر
( وأما القاسطون فكانوا لجهنم حطبا )
✍ رائعة لتفهم معاني القرآن ✍
نفعني الله وإياكم بما هو خير
Müslümana Küsmek Büyük Günah
Müslümanlar bir ailedir. Allah böyle murad etti. Rasulullah sas babamız. Onun Pak zevceleri Annelerimiz [Ahzab:6]. Biz Müminler kardeşiz. [Hucurat:10]
Allah nezdinde ancak müminler kardeştir; aynı ırktan, soydan olan değil, aynı dili konuşan değil..
Kardeşlik iki insan arasında olabilecek en ileri alaka ve irtibattır. Kardeşler birbirleri için mallarını bazen canlarını feda ederler, biri ölünce geride kalan ailesine çocuklarına diğer kardeş seve seve bakar bakmalıdır.
İslam dinimiz müminler arasındaki alaka ve dayanışmanın işte bu düzeyde olmasını ister ve buna mani olacak ve işi kavga ve düşmanlığa götürecek her türlü ırkçılık particilik cemaatçilik takımcılık ile cimrilik bencillik eleştiri gıybet tartışma kalp kırma çekemezlik kin ve nefreti yasaklar.
Müminler arasındaki sevgi ilgi ve irtibat "kardeşlik" düzeyinde olduğu zaman ne bir aç kalır ne açıkta biri. Ne de bir düşman bizlere karşı galip gelebilir ! Bunun farkında olan ezeli düşmanımız şeytan ve dostları müminler arasına sudan ucuz bahanelerle kin ve düşmanlık sokmak ister [İsra:53] ve bizleri bir birimize düşürür, küstürür.
Ancak müminin Mümine küsmesi öyle kolay affedilir şey değildir. Yüce Allah bu hususta emirleri kesindir. Allah rasulü haber verir:
Bir müslümanın kardeşine 3 günden fazla küs durması helal değildir. Üç günden fazla küs duran kişi ölse cehenneme girer. [Ebu Davud]
Ya Rasulallah Sen pazartesi Perşembe oruç tutuyorsun neden ? Diye sorulunca Allah rasulü sas buyurdular: Pazartesi Perşembe olunca Allah her müslümanı affeder, küs olanlar hariç. barışıncaya kadar o ikisine dokunmayın der. [Terğib, Sahih]
Ebu Hureyre aktarıyor: Pazartesi ve perşembe günleri cennet kapıları açılır ve Allaha şirk koşmamış her kul effedilir sadece kardeşine karşı kalbinde kin düşmanlık olan küsler hariç. "Şu ikisini barışıncaya kadar geciktirin" "Şu ikisini barışıncaya kadar geciktirin" "Şu ikisini barışıncaya kadar geciktirin" denilir. [Sahih-i Müslim]
Ebi Hadred EL Eslemi rivayetiyle Allah rasulü sas buyurmuş "Bir Müslümanın Müslüman kardeşine bir sene küs durması Onun kanını akıtmak gibi günahtır."
Hadisi Şeriflerin Kaynakları ve Metinleri :
Allah nezdinde ancak müminler kardeştir; aynı ırktan, soydan olan değil, aynı dili konuşan değil..
Kardeşlik iki insan arasında olabilecek en ileri alaka ve irtibattır. Kardeşler birbirleri için mallarını bazen canlarını feda ederler, biri ölünce geride kalan ailesine çocuklarına diğer kardeş seve seve bakar bakmalıdır.
İslam dinimiz müminler arasındaki alaka ve dayanışmanın işte bu düzeyde olmasını ister ve buna mani olacak ve işi kavga ve düşmanlığa götürecek her türlü ırkçılık particilik cemaatçilik takımcılık ile cimrilik bencillik eleştiri gıybet tartışma kalp kırma çekemezlik kin ve nefreti yasaklar.
Müminler arasındaki sevgi ilgi ve irtibat "kardeşlik" düzeyinde olduğu zaman ne bir aç kalır ne açıkta biri. Ne de bir düşman bizlere karşı galip gelebilir ! Bunun farkında olan ezeli düşmanımız şeytan ve dostları müminler arasına sudan ucuz bahanelerle kin ve düşmanlık sokmak ister [İsra:53] ve bizleri bir birimize düşürür, küstürür.
Ancak müminin Mümine küsmesi öyle kolay affedilir şey değildir. Yüce Allah bu hususta emirleri kesindir. Allah rasulü haber verir:
Bir müslümanın kardeşine 3 günden fazla küs durması helal değildir. Üç günden fazla küs duran kişi ölse cehenneme girer. [Ebu Davud]
Ya Rasulallah Sen pazartesi Perşembe oruç tutuyorsun neden ? Diye sorulunca Allah rasulü sas buyurdular: Pazartesi Perşembe olunca Allah her müslümanı affeder, küs olanlar hariç. barışıncaya kadar o ikisine dokunmayın der. [Terğib, Sahih]
Ebu Hureyre aktarıyor: Pazartesi ve perşembe günleri cennet kapıları açılır ve Allaha şirk koşmamış her kul effedilir sadece kardeşine karşı kalbinde kin düşmanlık olan küsler hariç. "Şu ikisini barışıncaya kadar geciktirin" "Şu ikisini barışıncaya kadar geciktirin" "Şu ikisini barışıncaya kadar geciktirin" denilir. [Sahih-i Müslim]
Ebi Hadred EL Eslemi rivayetiyle Allah rasulü sas buyurmuş "Bir Müslümanın Müslüman kardeşine bir sene küs durması Onun kanını akıtmak gibi günahtır."
Hadisi Şeriflerin Kaynakları ve Metinleri :
١- [عن أبي هريرة:] لا يحلُّ لمسلمٍ أن يهجرَ أخاه فوقَ ثلاثٍ، فمن هجر فوقَ ثلاثٍ فمات، دخل النّارَ
أبو داود (٢٧٥ هـ)، سنن أبي داود ٤٩١٤ •
٢- [عن أبي هريرة:] كان يصومُ الإثنينِ و الخميسَ. فقِيلَ: يا رسولَ اللهِ إنَّك تصومُ الإثنينِ و الخميسَ؟ فقال: إنَّ يومَ الإثنينِ والخميسِ يَغفرُ اللهُ فيهما لكلِّ مسلمٍ، إلا مُهْتَجِرَيْنِ، يقولُ: دعْهما حتى يصْطلِحا . صحيح الترغيب ١٠٤٢ • صحيح لغيره
٣- عن ابي هريرة : تُفْتَحُ أبْوابُ الجَنَّةِ يَومَ الإثْنَيْنِ، ويَومَ الخَمِيسِ، فيُغْفَرُ لِكُلِّ عَبْدٍ لا يُشْرِكُ باللَّهِ شيئًا، إلّا رَجُلًا كانَتْ بيْنَهُ وبيْنَ أخِيهِ شَحْناءُ، فيُقالُ: أنْظِرُوا هَذَيْنِ حتّى يَصْطَلِحا، أنْظِرُوا هَذَيْنِ حتّى يَصْطَلِحا، أنْظِرُوا هَذَيْنِ حتّى يَصْطَلِحا. وقالَ قُتَيْبَةُ: إلّا المُهْتَجِرَيْنِ.
[صحيح مسلم ٢٥٦٥ • [صحيح]
٤- [عن أبي حدرد الأسلمي:] هجرُ المسلمِ أخاه كسفْكِ دَمِهِ
• صحيح • أخرجه ابن قانع في «معجم الصحابة» (١/٢٨٢) واللفظ له، والديلمي في «الفردوس» (٧٠٠٢) •
14 Eylül 2019 Cumartesi
İkiyüzlü Laiklerin Tarikat Sahtekarlığı
Atatürkçü fasık Adnan Oktar'a yapılan operasyon sonrasında sürü halinde söylenmeye başlanan "tarikatlar kapatılsın" lakırdıları üzerine yeniden ifade etmekte fayda var:
"Tarikatlar Türkiye Cumhuriyetinde zaten kapalıdır. Tekke ve Dergâhlar inkılap kanunlarıyla 1924'te kapatılmış ve henüz açılmamışlardır.
Laikliğin kurucu kadrosu eliyle 1924'te Türkiyede fuhuş evleri kerhaneler diskotek gazino barlar localar kulüpler meyhaneler eğlence yerleri ve kumarhaneler sonuna kadar açılırken.. suçu "Allah Allah" diyerek Allah adın zikretmek olan Tekke ve Dergahlar cebren ve hile kapatılmış, manevi mirasımızın 1400 yıllık yed-i eminleri olan Medrese ve Tarikatların kapılarına zulmen kilit vurulmuştur.
Ancak ne denli yırtınsalar da şeytanlar Allahın nurunu söndüremez.
ve işte Tarikat Güneşi o barmen takımının içki kokan ağızlarından savrulan üfürükler tükürüklerle sönmemiş ve küllerinden dirilerek yeniden Türkiyenin irfan ufkunda yükselerek iman semasında yerini almıştır.
Eey Tarikatkara karşı gizli kini, karın ağrısı olan meymenetsiz ayyaş güruh! iyi bilin ki bu şikayetlendiğiniz vaziyet Tarikatların daha kapalı hâli. Bir de bunların resmen ve ismen açıldığında yapacakları etkiyi hayal edin de kahr-u mahv-u perişan olun !
"Allah nurunu tamamlayacaktır, kafirler müşrikler, ayyaş laikler kerih görseler de.."
Ey içkici heykelci sefih güruh, fasık Adnan oktar şarlatanının kurduğu o İslamla, hocalıkla alay eden ama laikliğin, çağdaş yaşamın tüm icaplarını yerine getiren o şehvet barikatından gayet memnun idiniz.. "oh Maşallah ! ay inşallah !" diye diye çırılçıplak karıları -islamla alay edercesine- pop müzik eşliğine oynatırken dilsiz şeytanlar gibi susup pusuyor, bu zina barikatından hiç ama hiç şikayetçi olmuyordunuz !!
Ama ne zaman ki mason maşası züppe Oktar Kalkınmış Adaletin pençesiyle kıs kıvrak yakalandı ve fare deliğine tıkıldı.. sürünüz birden inlerinizden çıktınız ve salya sümük Tarikatlara sövmeye başladınız, ve bunca çirkefliğin fuhşiyatın züppeliğin faturasını Şeriata uyan, Allaha Yürüyen Tarikatlara kesmeye kalkıştınız.. Hööşşt oradan kuduz köpekler !!
17.07.2018
"Tarikatlar Türkiye Cumhuriyetinde zaten kapalıdır. Tekke ve Dergâhlar inkılap kanunlarıyla 1924'te kapatılmış ve henüz açılmamışlardır.
Laikliğin kurucu kadrosu eliyle 1924'te Türkiyede fuhuş evleri kerhaneler diskotek gazino barlar localar kulüpler meyhaneler eğlence yerleri ve kumarhaneler sonuna kadar açılırken.. suçu "Allah Allah" diyerek Allah adın zikretmek olan Tekke ve Dergahlar cebren ve hile kapatılmış, manevi mirasımızın 1400 yıllık yed-i eminleri olan Medrese ve Tarikatların kapılarına zulmen kilit vurulmuştur.
Ancak ne denli yırtınsalar da şeytanlar Allahın nurunu söndüremez.
ve işte Tarikat Güneşi o barmen takımının içki kokan ağızlarından savrulan üfürükler tükürüklerle sönmemiş ve küllerinden dirilerek yeniden Türkiyenin irfan ufkunda yükselerek iman semasında yerini almıştır.
Eey Tarikatkara karşı gizli kini, karın ağrısı olan meymenetsiz ayyaş güruh! iyi bilin ki bu şikayetlendiğiniz vaziyet Tarikatların daha kapalı hâli. Bir de bunların resmen ve ismen açıldığında yapacakları etkiyi hayal edin de kahr-u mahv-u perişan olun !
"Allah nurunu tamamlayacaktır, kafirler müşrikler, ayyaş laikler kerih görseler de.."
Ey içkici heykelci sefih güruh, fasık Adnan oktar şarlatanının kurduğu o İslamla, hocalıkla alay eden ama laikliğin, çağdaş yaşamın tüm icaplarını yerine getiren o şehvet barikatından gayet memnun idiniz.. "oh Maşallah ! ay inşallah !" diye diye çırılçıplak karıları -islamla alay edercesine- pop müzik eşliğine oynatırken dilsiz şeytanlar gibi susup pusuyor, bu zina barikatından hiç ama hiç şikayetçi olmuyordunuz !!
Ama ne zaman ki mason maşası züppe Oktar Kalkınmış Adaletin pençesiyle kıs kıvrak yakalandı ve fare deliğine tıkıldı.. sürünüz birden inlerinizden çıktınız ve salya sümük Tarikatlara sövmeye başladınız, ve bunca çirkefliğin fuhşiyatın züppeliğin faturasını Şeriata uyan, Allaha Yürüyen Tarikatlara kesmeye kalkıştınız.. Hööşşt oradan kuduz köpekler !!
17.07.2018
Özet:
Tarikat tipi gizli örgütlenmeler, masonik sosyetik kulüpler Lgbt, fuhuş, dans, müzik, içkili parti vb ürettiğinde veya tarikat postuna oturtulmuş kişi atatürkü, laikliği övdüğünde bir kesim atatürkçü solcular, laik çağdaşlar gayet memnun, sus pus yerlerinde otururlar.. Örneğin Haydar Baş fasığı atatürkü heykellerini yalarcasına meth-ü sena ettiği için, tarikat-barikat oluşturmuş, etrafına çıtır karılardan mürit haremliği kurmuş olmasına vs aldırış etmezler ve ne Tarikat başı Haydarı, ne de tarikatını asla şikayet etmezler..
Ancak Tarikatlar İslama uygun, edebiyle Allahı zikrettiğinde, Şeriata hakikate hizmet ettiği görüldüğünde bu kesimin birden tansiyonları yükselir, ortalığı velveleye verirler ve salya sümük topluca saldırıya geçerler işte o anda "Tarikatlar kapatılsın" diye böğürmeye başlarlar.
Demek ki bunların derdi tarikat kulüp barikat filan değil, asıl dertleri Allahın adıyla, İslam ve Şeriat iledir. işte bu tutumları adalet önünde iki yüzlülüktür, çifte standarttır ve sahtekarlıktır.
14.09.2019
Tarikat tipi gizli örgütlenmeler, masonik sosyetik kulüpler Lgbt, fuhuş, dans, müzik, içkili parti vb ürettiğinde veya tarikat postuna oturtulmuş kişi atatürkü, laikliği övdüğünde bir kesim atatürkçü solcular, laik çağdaşlar gayet memnun, sus pus yerlerinde otururlar.. Örneğin Haydar Baş fasığı atatürkü heykellerini yalarcasına meth-ü sena ettiği için, tarikat-barikat oluşturmuş, etrafına çıtır karılardan mürit haremliği kurmuş olmasına vs aldırış etmezler ve ne Tarikat başı Haydarı, ne de tarikatını asla şikayet etmezler..
Ancak Tarikatlar İslama uygun, edebiyle Allahı zikrettiğinde, Şeriata hakikate hizmet ettiği görüldüğünde bu kesimin birden tansiyonları yükselir, ortalığı velveleye verirler ve salya sümük topluca saldırıya geçerler işte o anda "Tarikatlar kapatılsın" diye böğürmeye başlarlar.
Demek ki bunların derdi tarikat kulüp barikat filan değil, asıl dertleri Allahın adıyla, İslam ve Şeriat iledir. işte bu tutumları adalet önünde iki yüzlülüktür, çifte standarttır ve sahtekarlıktır.
14.09.2019
12 Eylül 2019 Perşembe
Şii Yazarın İtirafı: Şiilerin Savaşı Müslümanlara Karşı
Tarihî gerçekler asla unutulmamalı. Geriye dönüp tarihe bir bakalım. Bakalım Sünniler neler başarmışlar ve biz Şiiler neler yapmışız !?
Ensar El-Sadr'ın makalesi, 10.01.1441, Irak
■ Şam, İran ve Irak’ı kim fethetti ? Müslümanlara kim kazandırdı ?
-Halife Hz Ömer bin Hattab R.A [Sünni]
■ Pakistan, Hindistan ve iki nehir ardındaki ülkeyi kim fethetti?...
-Muhammed bin Kasım [Sünni]
■ Kim Kuzey Afrika’yı fethetti?
-Kutaybe bin Muslim [Sünni]
■ Endülüs’ü kim fethetti ?
-Tarık bin Ziyad ve Musa bin Nasır [Sünni]
■ İstanbul’u kim fethetti ?
-Fatih Sultan Mehmet [Sünni]
■ Sicilya’yı kim fethetti ?
-Esed bin Furat [Sünni]
■ Kim Endülüs medeniyetini kurdu ve ilim yuvası yaptı?...
-Emevi halifeler [Sünni]
■ Hıttin’de Müslüman lider kim idi ?
-Selahaddin-i Eyyubi [Sünni]
■ Kim İspanya’yı bozguna uğrattı Fas’ta ?
-Abdulkerim el Hattabî [Sünni]
■ Kim İtalya’yı hesap vermeye zorladı Libya’da ?
-Ömer el Muhtar [Sünni]
■ Ve yakında kim Rusları perişan etti Çeçenistan’da ?
-Hattap [Sünni]
■ Kim Afganistan’da NATO’nun yüzünü toprağa sürttü ?
-Sünnîler.
■ Kim Amerika’nın Irak’tan çekilmesini sağladı ?
-Sünnîler.
■ Kim Filistin’de Yahudi’ye karşı durdu ?
-Ahmet Yasin [Sünni]
İşte bunlar Sünnilerin durumları..
Gelelim biz ŞİİLERİN HALLERİNE..
■ Kim Hüseyin’e ihanet etti ve Kerbela’da yalnız bıraktı ?
-Al Muhtar al Sakafi [Şii]
■ Abbasi Halifesi Radio Billah’a kim ihanet etti ?
-Buvehyun [Şii]
■ Kim Alif-Holako (Hulagu)’nun pis işlerini örtbas ederdi ?
-Nasır al Tosi [Şii]
■ Kim Fransızlara yardım etti Müslümanlara karşı ?
-Fatimiyyun [Şii]
■ Selçuklu Sultanı’na kim ihanet etti ?
-Tuğrul al Basasiri [Şii]
■ Kudüs’ü işgalde Haçlılara kim yardım etti ?
-Ahmet bin Ata’a [Şii]
■ Kim Selahaddin Eyyubî’nin ölümünü organize etti ?
-Kenz al Devle [Şii]
■ Holako’yu (Hülagu) Şam’da kim ağırladı?...
-Kemalettin bin Bedir al Tiflis [Şii]
■ Hacer’ül Esvedi kim çaldı ve kim hacıları öldürdü ?
-Abu Tahir al Karmati [Şii]
■ Mehmet Ali’nin Şam’a saldırısına kim yardım etti ?
-Şiiler.
■ Napolyon’un Mısır’a saldırmasında yardımcı olan kim ?
-Şiiler.
Ve yakın zamanda:
■ Kim Yemen’de İslamî merkezleri hedef alıyor ?
-Husiyyin Şiiler.
■ Kim Amerika’nın Irak işgalini tebrik etti ?
-Sistani ve al Hakim [Şiiler]
■ Afganistan işgalinde Haçlıları tebrik eden kim?...
-İran [Şii]
■ Suriye’de kan akıtan kim ?
-İranlı, Iraklı ve Afganlı Şiiler.
■ Kim biz Burma ile teröre karşıyız dedi ?
-Necat [Şii]
■ Suriye’de kanlı rejimle kim birlik oldu ve Rusya’ya destek verdi ?
-Hamaney [Şii]
-Al Muhtar al Sakafi [Şii]
■ Abbasi Halifesi Radio Billah’a kim ihanet etti ?
-Buvehyun [Şii]
■ Kim Alif-Holako (Hulagu)’nun pis işlerini örtbas ederdi ?
-Nasır al Tosi [Şii]
■ Kim Fransızlara yardım etti Müslümanlara karşı ?
-Fatimiyyun [Şii]
■ Selçuklu Sultanı’na kim ihanet etti ?
-Tuğrul al Basasiri [Şii]
■ Kudüs’ü işgalde Haçlılara kim yardım etti ?
-Ahmet bin Ata’a [Şii]
■ Kim Selahaddin Eyyubî’nin ölümünü organize etti ?
-Kenz al Devle [Şii]
■ Holako’yu (Hülagu) Şam’da kim ağırladı?...
-Kemalettin bin Bedir al Tiflis [Şii]
■ Hacer’ül Esvedi kim çaldı ve kim hacıları öldürdü ?
-Abu Tahir al Karmati [Şii]
■ Mehmet Ali’nin Şam’a saldırısına kim yardım etti ?
-Şiiler.
■ Napolyon’un Mısır’a saldırmasında yardımcı olan kim ?
-Şiiler.
Ve yakın zamanda:
■ Kim Yemen’de İslamî merkezleri hedef alıyor ?
-Husiyyin Şiiler.
■ Kim Amerika’nın Irak işgalini tebrik etti ?
-Sistani ve al Hakim [Şiiler]
■ Afganistan işgalinde Haçlıları tebrik eden kim?...
-İran [Şii]
■ Suriye’de kan akıtan kim ?
-İranlı, Iraklı ve Afganlı Şiiler.
■ Kim biz Burma ile teröre karşıyız dedi ?
-Necat [Şii]
■ Suriye’de kanlı rejimle kim birlik oldu ve Rusya’ya destek verdi ?
-Hamaney [Şii]
..Ve tarih binler kere şahit oldu ki Şiilerin mücadeleleri daima Sünni Müslümanlara karşı olmuştur, kafirlere karşı değil. Sadece işin bu kısmı bile Sünni-Şii tartışmasında haklının kim olduğunu göstermeye yeter
Soner Yalçın Fasığından Hulefa-i Raşidine çirkin iftira
En tehlikeli ve ahlaksız yalanlar, doğru ile karıştırılıp servis edilen yalanlardır.
Kur'an'da bu durum, bir nevi yalanın doğruyla paketlenmesi şeklinde betimlenir. (Bakara:42)
Bu girişi şundan yaptım; Özellikle doğru haber vermesi gereken medya organlarında çalışan sözde araştırmacı yazarlar doğrularla gerçekleri karıştırarak, istatistiksel verileri çarpıtarak bile bile insanları manipüle ediyorlar.
Bunlardan biri de Soner Yalçın. Neredeyse her yazısında bilimsel teorileri, sosyopsikolojik deneyleri, tarihsel olayları ve istatistiksel bilgileri çarpıtarak kendi batıl ideolojisi için hoyratça kullanıyor. Birkaç gün önce şunu yazmış:
"Tarihteki cinayetler-suikastler hep ilgimi çeker. Son günlerde aklımda bir soru var: Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer, Bizanslılara karşı yapılan Tebük Seferi dönüşünde Hz. Muhammet'e suikast girişiminde bulundu mu? Bu soru 1.389 yıldır yanıt arıyor! Sünni İslam âlimi İbn Hazm İslam hukuku “el Muhalla” kitabının 11. cildinde şunu yazdı: “Ebubekir, Ömer, Osman, Talha ve Sa'd bin Ebu Vakkas, Tebük'te Rasulullah'ı öldürmeye kalktı…”!!
Gördünüz mü, meğer İslam Dünyası 1400 yıldır Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in (r.a.) Tebuk yolunda Hz. Peygamber'e (s.a.v.) suikast düzenleyip düzenlemediklerini tartışıyormuş. - Tebuk seferine hazırlık yaparken malının yarısını orduya bağışlayan Hz. Ömer'in; malının tamamını bağışlayan ve "ne bıraktın" diye sorulduğunda "Allah ve Resulünü" diyen Hz. Ebubekir'in - Hz. Peygamber'in vefat edeceği zaman yatağında yatarken yerine geçip namaz kıldırmasını istediği Hz. Ebubekir - Hz. Peygamber'den sonra sırf Allah Resulü'nün yapmadığı bir işi yapmamak için Kur'an'ı mushaf haline getirmekten çekinen Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer.
Soner Yalçın denilen ahlaksız, sapkın Şia kaynaklarındaki akıldan, mantıktan ve vicdandan yoksun safsataları alıp bir de sünni alim İbn Hazm böyle yazdı diyerek akılları bulandırmaya çalışıyor. Erinmedim, yuvarlayarak verdiği kaynağa baktım. İbn Hazm'ın el-Muhalla adlı eserini taradım. Bahsettiği daha doğrusu çarpıttığı bilgi 12. cilt 160. sayfada. Orada İbn Hazm başka bir rivayeti değerlendiriyor ve o rivayetin doğru olmadığını çünkü raviler arasında bulunan birinin (Velid b. Cumey) yalancı olduğunu ve "Hz. Ebubekir'in, Hz. Ömer'in, Hz. Osman'ın... Tebuk'te Hz. Peygamber'e (s.a.v) suikast düzenlediği" iftirasını attığını söyleyerek o kişiye beddua ediyor. Ve Soner Yalçın işte bu ifadeyi çarpıtarak İbn Hazm'ı iddia sahibi gibi gösteriyor. Bu aynı Soner Yalçın'a cevap verdiğim bu yazıdan benim Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'i haşa Hz. Peygamber'e (s.a.v) suikastla suçladığım anlamı çıkarmak kadar ahlaksızca. Allah belasını versin diyeceğim de vermiş zaten!..
Mehmet Bahçıvan'a teşekkürler
Bu girişi şundan yaptım; Özellikle doğru haber vermesi gereken medya organlarında çalışan sözde araştırmacı yazarlar doğrularla gerçekleri karıştırarak, istatistiksel verileri çarpıtarak bile bile insanları manipüle ediyorlar.
Bunlardan biri de Soner Yalçın. Neredeyse her yazısında bilimsel teorileri, sosyopsikolojik deneyleri, tarihsel olayları ve istatistiksel bilgileri çarpıtarak kendi batıl ideolojisi için hoyratça kullanıyor. Birkaç gün önce şunu yazmış:
"Tarihteki cinayetler-suikastler hep ilgimi çeker. Son günlerde aklımda bir soru var: Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer, Bizanslılara karşı yapılan Tebük Seferi dönüşünde Hz. Muhammet'e suikast girişiminde bulundu mu? Bu soru 1.389 yıldır yanıt arıyor! Sünni İslam âlimi İbn Hazm İslam hukuku “el Muhalla” kitabının 11. cildinde şunu yazdı: “Ebubekir, Ömer, Osman, Talha ve Sa'd bin Ebu Vakkas, Tebük'te Rasulullah'ı öldürmeye kalktı…”!!
Gördünüz mü, meğer İslam Dünyası 1400 yıldır Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in (r.a.) Tebuk yolunda Hz. Peygamber'e (s.a.v.) suikast düzenleyip düzenlemediklerini tartışıyormuş. - Tebuk seferine hazırlık yaparken malının yarısını orduya bağışlayan Hz. Ömer'in; malının tamamını bağışlayan ve "ne bıraktın" diye sorulduğunda "Allah ve Resulünü" diyen Hz. Ebubekir'in - Hz. Peygamber'in vefat edeceği zaman yatağında yatarken yerine geçip namaz kıldırmasını istediği Hz. Ebubekir - Hz. Peygamber'den sonra sırf Allah Resulü'nün yapmadığı bir işi yapmamak için Kur'an'ı mushaf haline getirmekten çekinen Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer.
Soner Yalçın denilen ahlaksız, sapkın Şia kaynaklarındaki akıldan, mantıktan ve vicdandan yoksun safsataları alıp bir de sünni alim İbn Hazm böyle yazdı diyerek akılları bulandırmaya çalışıyor. Erinmedim, yuvarlayarak verdiği kaynağa baktım. İbn Hazm'ın el-Muhalla adlı eserini taradım. Bahsettiği daha doğrusu çarpıttığı bilgi 12. cilt 160. sayfada. Orada İbn Hazm başka bir rivayeti değerlendiriyor ve o rivayetin doğru olmadığını çünkü raviler arasında bulunan birinin (Velid b. Cumey) yalancı olduğunu ve "Hz. Ebubekir'in, Hz. Ömer'in, Hz. Osman'ın... Tebuk'te Hz. Peygamber'e (s.a.v) suikast düzenlediği" iftirasını attığını söyleyerek o kişiye beddua ediyor. Ve Soner Yalçın işte bu ifadeyi çarpıtarak İbn Hazm'ı iddia sahibi gibi gösteriyor. Bu aynı Soner Yalçın'a cevap verdiğim bu yazıdan benim Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'i haşa Hz. Peygamber'e (s.a.v) suikastla suçladığım anlamı çıkarmak kadar ahlaksızca. Allah belasını versin diyeceğim de vermiş zaten!..
Mehmet Bahçıvan'a teşekkürler
Video: Ateist iken Müslüman Olan ABD'li Profesör
Elhamdülillah.. Amerikalı matematik profesörü Jeffrey Lang ateizimden Müslümanlığa giden yolculuğunu keyfili uslübüyle anlatıyor. Alt yazı için mütercime teşekkür ederim
Bir kitap hediye etmenin ne büyük işlere vesile olduğunu görüyoruz. İnsanların hidayeti için küçücük te olsa bir adım atın. Teşebbüz bizden Hidayet Allahtan
Bir kitap hediye etmenin ne büyük işlere vesile olduğunu görüyoruz. İnsanların hidayeti için küçücük te olsa bir adım atın. Teşebbüz bizden Hidayet Allahtan
10 Eylül 2019 Salı
Ukala Sorulara Kesin ve Öz Cevap
Cahil gençlerin imanına kasteden ve bir çoğu inançsız kişiler tarafından ortaya atılan ve aslında öğrenme gayesi gütmeyen, sadece Müslümanların kalbine kuşku bırakmayı hedefleyen ukala sorulardan bazısı
1) Allah bizi neden yarattı ?
c: Allah yaratan olduğu için
c: Allah ilahtır, ilahın uluhiyeti kulların varlığı ile anlaşılır
c: Allah rahmandır, rahman olmak için rahmete muhtaç varlık gerekir
c: Allah kahhardır kahhar olmak için kahrolacak varlık gerekir
2) Allah neden tanınmak, bilinmek istedi ?
c: Allah olduğu açığa çıksın için
3) Bu cevaplara göre Allah ilah olmak için bizlerin varlığına muhtaç ?
c: Allah biz olmadan da Allahtır, hariçten bilinmesi bir ihtiyaç değil. O kendini bilmekte ve takdis etmektedir, bize ihtiyacı yok.
c: bizi yarattıktan sonra onu yüceliğine bir ilave olmadı, demekki bize muhtaç değil
4) Allah neden insanı yarattı ?
c: Kendisini tanıyacak bir varlık olabilsin için
5) Allah neden cenneti yaratttı ?
c: Allahın lutuf ve cemali ancak cennette tam bilinebilir.
6) Allah neden cehennemi yarattı ?
c: Allahın kahır ve celali ancak cehennemde tam bilinebilir
7) Allah şeytanı neden yarattı ?
c: insanın şeytana uymadığı anlaşılsın için
8) Allah iman etmeyeceklerini bilerek neden ateistleri yarattı ?
c: Cehennemi doldurmak için
9) Allah kafirlere cehennemde ceza vererek egosunu mu tatmin edecek ?
c: Allahın halinde değişiklik olmaz. tatmin olmak söz konusu değil.
10) Cehennem olmasaydı bütün insanlar cennete gitseydi daha iyi olmaz mıydı ?
c: hayır, cehennem lüzumsuz değil. Allaha isyan eden kafir ve zalimlere en uygun yer cehennemdir, onu cennete almak adalete aykırı, iyilere haksızlık
11) Deist Allahı kabul eden kişi, cennete mi gidecek cehenneme mi ?
c: Allahın meleklerini kitaplarını ahiret gününü bilip de inkar ediyorsa cehenneme gidecek
12) Deist neden cehenneme gidecek, Allahı inkar etmiyor ?
c: Allahtan gelen bilgiyi inkar etmek, Allahı inkar demektir. demekki deist inkarcılar içinde
13) Deist ile ateist her ikisi de cehenneme gidecekse bu haksızlık değil mi ? Deist Allahı tanırken ateist apaçık Allahı inkar ediyor. Allahı tanımanın hiç mi değeri yok ?
c: Var. Cehennemde dereceleri farklı olarak adalet sağlanacak. ateist daha büyük bir azaba çarpılacak
14) Kuranda "Allah kafirleri fasıkları hidayet etmez" yazar. Dünyanın dörtte üçü kâfir. Kuran hidayet kitabı ise ve kafiri hidayet etmeyecekse kimi hidayet edecek ?
C: O ayetlerin manası "Allah kâfir olmakta kararlı toplumları zoraki mümin yapacak değil" demektir. "Hidayet yolunu açıklamak ve islama davet etmek" anlamındaki hidayeti Allah herkese yapmıştır. Bak sahabelerin tamamı sonradan müslüman oldular.
15) Allah kaldıramayacağı kadar büyük taş yaratabilir mi ?
C: Allahın gücü sonsuz. "Sonsuzdan daha büyük bir rakam" lakırdısı nasıl saçma ise "Allahın kaldıramayacağı kadar büyük taş" kurgusu da saçmalık. Saçma soruların cevabı olmaz.
C: Allah madde aleminin ötesinde.. büyük taş tasavvuru ise sonuçta maddedir. Güneş karşısında kar tanesinin varlığı ne kadar zayıf ise Allahın karşısında kainatın varlığı o kadar zayıftır ve yetmiş bin perde sayesinde kainat varlığını korumaktadır. Bu perdeler kalktığı an kainat değil yukarı kalkıp aşağı inmek, anında buhar olur yok olur. (Bak Araf:143)
c: Allahın kaldıramayacağı kadar büyük taş" kurgusu muhaldir, "Allahın kudreti muhale tealluk etmez.." türünden kelam ilminin teknik tabirleriyle cevap vermek bu yazının sınırlarının dışında kalmaktadır
16) Allah kendi gibi bir ilah yaratabilir mi ?
c: bir önceki soruda bulunan tutarsızlık burada da var. Allahın misli, dengi olamaz. Hariçte olması mümkün olmayan şey Allah için de imkansızdır/muhaldir. Bu, Allahın gücünün sınırlı olduğuna değil bilakis sonsuz olduğuna delalet eder. Allah o kadar güçlü ve muazzam ki dengi olamıyor. Hem diyelim yaratmış olsa, bu yaratılmış olur Allah ise yaratan.. Yaratık her zaman Yaradanın emri ve kontrolü altında kalacaktır.
17) Allahı kim yarattı ?
c: Allah yaratandır ve bütün varlığın kaynağıdır. Yaratılmış olsa Allah olamaz.
18) Allah kendiliğinden olduysa neden bir başka ilah da kendiliğinden olmasın ?
c: Allah kendiliğinden olmadı. Bu yalan. Çünkü Allah sonradan olmuş değil hep var olan.
19) Allahın ezelden beri hep var olması akıl ve mantık kurallarına aykırı! Nedenlik ilkesine göre onu da var eden olmalı ?
c: Yalan. Asıl mantıksız olan bir ilahın önceleri yok iken sonradan var olması. Sonradan olmak acizlerin özelliği. Allah, öncesi olmayan Var'dır. Bu kadar
>>> Yorumlara istediğiniz sorularınızı yazabilirsiniz. cevabı burada yayınlanacak
1) Allah bizi neden yarattı ?
c: Allah yaratan olduğu için
c: Allah ilahtır, ilahın uluhiyeti kulların varlığı ile anlaşılır
c: Allah rahmandır, rahman olmak için rahmete muhtaç varlık gerekir
c: Allah kahhardır kahhar olmak için kahrolacak varlık gerekir
2) Allah neden tanınmak, bilinmek istedi ?
c: Allah olduğu açığa çıksın için
3) Bu cevaplara göre Allah ilah olmak için bizlerin varlığına muhtaç ?
c: Allah biz olmadan da Allahtır, hariçten bilinmesi bir ihtiyaç değil. O kendini bilmekte ve takdis etmektedir, bize ihtiyacı yok.
c: bizi yarattıktan sonra onu yüceliğine bir ilave olmadı, demekki bize muhtaç değil
4) Allah neden insanı yarattı ?
c: Kendisini tanıyacak bir varlık olabilsin için
5) Allah neden cenneti yaratttı ?
c: Allahın lutuf ve cemali ancak cennette tam bilinebilir.
6) Allah neden cehennemi yarattı ?
c: Allahın kahır ve celali ancak cehennemde tam bilinebilir
7) Allah şeytanı neden yarattı ?
c: insanın şeytana uymadığı anlaşılsın için
8) Allah iman etmeyeceklerini bilerek neden ateistleri yarattı ?
c: Cehennemi doldurmak için
9) Allah kafirlere cehennemde ceza vererek egosunu mu tatmin edecek ?
c: Allahın halinde değişiklik olmaz. tatmin olmak söz konusu değil.
10) Cehennem olmasaydı bütün insanlar cennete gitseydi daha iyi olmaz mıydı ?
c: hayır, cehennem lüzumsuz değil. Allaha isyan eden kafir ve zalimlere en uygun yer cehennemdir, onu cennete almak adalete aykırı, iyilere haksızlık
11) Deist Allahı kabul eden kişi, cennete mi gidecek cehenneme mi ?
c: Allahın meleklerini kitaplarını ahiret gününü bilip de inkar ediyorsa cehenneme gidecek
12) Deist neden cehenneme gidecek, Allahı inkar etmiyor ?
c: Allahtan gelen bilgiyi inkar etmek, Allahı inkar demektir. demekki deist inkarcılar içinde
13) Deist ile ateist her ikisi de cehenneme gidecekse bu haksızlık değil mi ? Deist Allahı tanırken ateist apaçık Allahı inkar ediyor. Allahı tanımanın hiç mi değeri yok ?
c: Var. Cehennemde dereceleri farklı olarak adalet sağlanacak. ateist daha büyük bir azaba çarpılacak
14) Kuranda "Allah kafirleri fasıkları hidayet etmez" yazar. Dünyanın dörtte üçü kâfir. Kuran hidayet kitabı ise ve kafiri hidayet etmeyecekse kimi hidayet edecek ?
C: O ayetlerin manası "Allah kâfir olmakta kararlı toplumları zoraki mümin yapacak değil" demektir. "Hidayet yolunu açıklamak ve islama davet etmek" anlamındaki hidayeti Allah herkese yapmıştır. Bak sahabelerin tamamı sonradan müslüman oldular.
15) Allah kaldıramayacağı kadar büyük taş yaratabilir mi ?
C: Allahın gücü sonsuz. "Sonsuzdan daha büyük bir rakam" lakırdısı nasıl saçma ise "Allahın kaldıramayacağı kadar büyük taş" kurgusu da saçmalık. Saçma soruların cevabı olmaz.
C: Allah madde aleminin ötesinde.. büyük taş tasavvuru ise sonuçta maddedir. Güneş karşısında kar tanesinin varlığı ne kadar zayıf ise Allahın karşısında kainatın varlığı o kadar zayıftır ve yetmiş bin perde sayesinde kainat varlığını korumaktadır. Bu perdeler kalktığı an kainat değil yukarı kalkıp aşağı inmek, anında buhar olur yok olur. (Bak Araf:143)
c: Allahın kaldıramayacağı kadar büyük taş" kurgusu muhaldir, "Allahın kudreti muhale tealluk etmez.." türünden kelam ilminin teknik tabirleriyle cevap vermek bu yazının sınırlarının dışında kalmaktadır
16) Allah kendi gibi bir ilah yaratabilir mi ?
c: bir önceki soruda bulunan tutarsızlık burada da var. Allahın misli, dengi olamaz. Hariçte olması mümkün olmayan şey Allah için de imkansızdır/muhaldir. Bu, Allahın gücünün sınırlı olduğuna değil bilakis sonsuz olduğuna delalet eder. Allah o kadar güçlü ve muazzam ki dengi olamıyor. Hem diyelim yaratmış olsa, bu yaratılmış olur Allah ise yaratan.. Yaratık her zaman Yaradanın emri ve kontrolü altında kalacaktır.
17) Allahı kim yarattı ?
c: Allah yaratandır ve bütün varlığın kaynağıdır. Yaratılmış olsa Allah olamaz.
18) Allah kendiliğinden olduysa neden bir başka ilah da kendiliğinden olmasın ?
c: Allah kendiliğinden olmadı. Bu yalan. Çünkü Allah sonradan olmuş değil hep var olan.
19) Allahın ezelden beri hep var olması akıl ve mantık kurallarına aykırı! Nedenlik ilkesine göre onu da var eden olmalı ?
c: Yalan. Asıl mantıksız olan bir ilahın önceleri yok iken sonradan var olması. Sonradan olmak acizlerin özelliği. Allah, öncesi olmayan Var'dır. Bu kadar
>>> Yorumlara istediğiniz sorularınızı yazabilirsiniz. cevabı burada yayınlanacak
Türk Parası Neden Ingilterede Basıldı ?
İSMET İNÖNÜ'NÜN BATIRDIĞI PARALAR
1940'larda halkın dillerden düşmeyen "Geldi İsmet, kesildi kısmet" sözünün bir çok haklı sebebi var. İsmet Inönü ekmek, şeker vb. temel ihtiyaç maddesi kıtlığına ve aşırı pahalılığa yol açması yanında bir de adıyla sanıyla milyonlarca lirayı resmen BATIRAN kişidir.
Şöyle ki: İngiltere’de basılan 50 Kuruş ve 100 Liralık banknotları taşıyan gemi 6 Nisan 1941 günü Yunanistan’ın Pire limanında yakıt ikmali yaparken Alman savaş uçakları tarafından vurulup batar. Denize yayılan ve kıyıya vuran paralarımız Yunanlar tarafından toplanır. Zengin olmuşlardır. İnönü resimli Türkiye paralarını Pire limanında kapış kapış toplayan Yunanlar gayet memnun olurken Paşa'yı ve etrafındakileri bir düşüncedir almış. Ne yapacaklardır bu paraları? Nasil telafi edecekler bu kaybı ? Durduk yere kendi paramızla Yunanistan'da bir sürü milyoner çıkarmıştık. Şaka gibi değil mi?
Durun, bitmedi Şimdi hikâyenin öbür faslına gelelim. Aynı tarihlerde 50 Liralık banknotların basım işi de İngiltere’deki başka bir şirkete verilir. Uğursuzluğa bakın ki parayı basan matbaa Hitler'in uçakları tarafından bombalanınca banknotların bir kısmı da İngiltere'de imha olacaktır.
Bu arada dikkatinizi çekmiştir muhakkak. Cumhuriyet döneminde paralar neden ısrarla İngiltere'de basılıyor ?
Cevap belli, çünkü bağımsız değiliz, ingilterenin mandası durumundayız o yıllar !! Kurtuluş savaşı bağımsızlık hikayeleri bir masaldan ibaret..!!
1940'larda halkın dillerden düşmeyen "Geldi İsmet, kesildi kısmet" sözünün bir çok haklı sebebi var. İsmet Inönü ekmek, şeker vb. temel ihtiyaç maddesi kıtlığına ve aşırı pahalılığa yol açması yanında bir de adıyla sanıyla milyonlarca lirayı resmen BATIRAN kişidir.
Şöyle ki: İngiltere’de basılan 50 Kuruş ve 100 Liralık banknotları taşıyan gemi 6 Nisan 1941 günü Yunanistan’ın Pire limanında yakıt ikmali yaparken Alman savaş uçakları tarafından vurulup batar. Denize yayılan ve kıyıya vuran paralarımız Yunanlar tarafından toplanır. Zengin olmuşlardır. İnönü resimli Türkiye paralarını Pire limanında kapış kapış toplayan Yunanlar gayet memnun olurken Paşa'yı ve etrafındakileri bir düşüncedir almış. Ne yapacaklardır bu paraları? Nasil telafi edecekler bu kaybı ? Durduk yere kendi paramızla Yunanistan'da bir sürü milyoner çıkarmıştık. Şaka gibi değil mi?
Durun, bitmedi Şimdi hikâyenin öbür faslına gelelim. Aynı tarihlerde 50 Liralık banknotların basım işi de İngiltere’deki başka bir şirkete verilir. Uğursuzluğa bakın ki parayı basan matbaa Hitler'in uçakları tarafından bombalanınca banknotların bir kısmı da İngiltere'de imha olacaktır.
Bu arada dikkatinizi çekmiştir muhakkak. Cumhuriyet döneminde paralar neden ısrarla İngiltere'de basılıyor ?
Cevap belli, çünkü bağımsız değiliz, ingilterenin mandası durumundayız o yıllar !! Kurtuluş savaşı bağımsızlık hikayeleri bir masaldan ibaret..!!
7 Eylül 2019 Cumartesi
SULTAN RUHUNDAN İSTİMDAT
Sağlığında Sultan Abdülhamid Han'a düşman kesilmiş bir şairin, Cumhuriyet kurulduktan sonra yazdığı şiir…
SULTAN ABDÜLHAMİD HAN’IN RUHANİYETİNDEN İSTİMDAT
Nerdesin şevketli Sultan Hamid Han?!
Feryadım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lahza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına.
Tahrike yeltenen tac ve tahtını
Denedi bu millet kara bahtını
Sınadı sillenin nerm ü sahtını
Rahmet et sultanım sûz-ı âhına
Tarihler ismini andığı zaman
Sana hak verecek ey koca Sultan!
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyâsi padişahına.
Padişah hem zalim hem deli dedik,
Îhtilale kıyam etmeli dedik,
Şeytan ne dediyse biz belî dedik,
Çalıştık fitnenin intibahına!…
Divane sen değil, meğer bizmişiz
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz,
Sade deli değil, edepsizmişiz,
Tükürdük atalar kıblegahına!
Sonra cinsi bozuk, ahlakı fena
Bir sürü türedi girdi meydana,
Nerden çıktı bunca veled-i zina!
Yuh olsun bunların ham ervahına!!
Bunlar halkı didik didik ettiler
Katliâma kadar sürüp gittiler,
Saçak öpmeyenler secde ettiler,
Bir asi zabitin pis külahına!
Bu gün varsa yoksa Mustafa Kemâl (*)
Şöhretine herkes fuzulî dellâl
Alem-i ma’nadan bak da ibret al
Uğursuz tali’in şu gümrahına!
Haddi yok alçakla derde girenin,
Sehpâ-yı kazaya boyun verenin!
La’netle anılan cebâbirenin,
Rahmet okuttu bu en küstahına!
Çok kişiye şimdi vatan mezardır!
Herkesin beladan nasibi vardır!
Selamete eren pek bahtiyardır,
Bu şeb-i yeldanın şen sıyâhına.
Milliyet davası fıska büründü!
Ridâ-yı diyanet yerde süründü!
Türk’ün ruhu zorla asi göründü,
Hem Peygamber’ine, hem Allah’ına!
Sen hafiyelerle dem sürdün ancak
Bunlar her tarafta kurdu salıncak
Eli, yüzü kara bir sürü alçak
Kement attı dehrin mihr ü mâhına!
Bu itler -nedense- bana salmadı,
Belalıydı başım kimse almadı!
Seyrandan başka da bir iş kalmadı,
Gurbet ellerinin bu seyyahına!
Hoş oldu cilvesi cumhuriyetin!
Tadı kalmamıştı meşrutiyetin,
Deccala zil çalan böyle milletin,
bundan başka çare yok ıslahına.
Lakin sen sultanım gavs-ı ekbersin!
Ahiretten bile himmet eylersin.
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefaat kıl şâhım medet hâhına.[1]
Rıza Tevfik Bölükbaşı
* “Mustafa Kemâl” ismi yıllarca sansürlenmişti.
NOT: Rıza Tevfik ölüm döşeğinde şunları söylemiştir: “Ben bu şiiri Türk milletine hakaret kasdıyla değil, tamamıyle aksi olarak, Türk milletini ölüme götüren bir zümreyi teşhir ve Abdülhamid Han’a edilen iftiraları tesbit gayesiyle yazdım. 31 Mart vakasını tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen büyük hükümdar, bu isnadla, sade iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart’ı tertipleyen İttihatçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben varım. 31 Mart’ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı ile Rıza Tevfik idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulak kabartsın.”[2]
**********
KAYNAKLAR: [1] Tarih ve Toplum Dergisi, Ağustos 1991. [2] Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 15. Baskı (1992), sayfa 140.
SULTAN ABDÜLHAMİD HAN’IN RUHANİYETİNDEN İSTİMDAT
Nerdesin şevketli Sultan Hamid Han?!
Feryadım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lahza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına.
Tahrike yeltenen tac ve tahtını
Denedi bu millet kara bahtını
Sınadı sillenin nerm ü sahtını
Rahmet et sultanım sûz-ı âhına
Tarihler ismini andığı zaman
Sana hak verecek ey koca Sultan!
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyâsi padişahına.
Padişah hem zalim hem deli dedik,
Îhtilale kıyam etmeli dedik,
Şeytan ne dediyse biz belî dedik,
Çalıştık fitnenin intibahına!…
Divane sen değil, meğer bizmişiz
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz,
Sade deli değil, edepsizmişiz,
Tükürdük atalar kıblegahına!
Sonra cinsi bozuk, ahlakı fena
Bir sürü türedi girdi meydana,
Nerden çıktı bunca veled-i zina!
Yuh olsun bunların ham ervahına!!
Bunlar halkı didik didik ettiler
Katliâma kadar sürüp gittiler,
Saçak öpmeyenler secde ettiler,
Bir asi zabitin pis külahına!
Bu gün varsa yoksa Mustafa Kemâl (*)
Şöhretine herkes fuzulî dellâl
Alem-i ma’nadan bak da ibret al
Uğursuz tali’in şu gümrahına!
Haddi yok alçakla derde girenin,
Sehpâ-yı kazaya boyun verenin!
La’netle anılan cebâbirenin,
Rahmet okuttu bu en küstahına!
Çok kişiye şimdi vatan mezardır!
Herkesin beladan nasibi vardır!
Selamete eren pek bahtiyardır,
Bu şeb-i yeldanın şen sıyâhına.
Milliyet davası fıska büründü!
Ridâ-yı diyanet yerde süründü!
Türk’ün ruhu zorla asi göründü,
Hem Peygamber’ine, hem Allah’ına!
Sen hafiyelerle dem sürdün ancak
Bunlar her tarafta kurdu salıncak
Eli, yüzü kara bir sürü alçak
Kement attı dehrin mihr ü mâhına!
Bu itler -nedense- bana salmadı,
Belalıydı başım kimse almadı!
Seyrandan başka da bir iş kalmadı,
Gurbet ellerinin bu seyyahına!
Hoş oldu cilvesi cumhuriyetin!
Tadı kalmamıştı meşrutiyetin,
Deccala zil çalan böyle milletin,
bundan başka çare yok ıslahına.
Lakin sen sultanım gavs-ı ekbersin!
Ahiretten bile himmet eylersin.
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefaat kıl şâhım medet hâhına.[1]
Rıza Tevfik Bölükbaşı
* “Mustafa Kemâl” ismi yıllarca sansürlenmişti.
NOT: Rıza Tevfik ölüm döşeğinde şunları söylemiştir: “Ben bu şiiri Türk milletine hakaret kasdıyla değil, tamamıyle aksi olarak, Türk milletini ölüme götüren bir zümreyi teşhir ve Abdülhamid Han’a edilen iftiraları tesbit gayesiyle yazdım. 31 Mart vakasını tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen büyük hükümdar, bu isnadla, sade iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart’ı tertipleyen İttihatçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben varım. 31 Mart’ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı ile Rıza Tevfik idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulak kabartsın.”[2]
**********
KAYNAKLAR: [1] Tarih ve Toplum Dergisi, Ağustos 1991. [2] Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 15. Baskı (1992), sayfa 140.
3 Eylül 2019 Salı
Şehit Bayram Hoca R.A
Bayram Ali Öztürk Hocaefendi, muhakkik, muttaki bir ilim adamıydı. “Büyük hocalardan” ders okumuştu. Yıllarca Mahmud Efendi Ks, Sadreddin Yüksel, Halil Günenç ve Mehmet Savaş gibi kudema bezmine, ahiren gelen allamelerin ilim halkalarında bulunmuştu.
Bayram Hoca’nın ibare ve ifade vukûfiyeti ilim ehli tarafından takdirle karşılanırdı. “Kem aletle kemâlât olmayacağını” bilenler, Onda ders okumayı Allah Teala’nın bir ihsanı olarak telakki ederlerdi.
Muhterem Mahmud Efendi Hz öğrencileri arasında Ona ayrı bir alaka gösterirdi. Yıllarca ders olarak okuttuğu İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin “Mektubat”ını okuyup, şerh etme görevini Ona vermişti. Sultan Selim Camii’nde Pazar sabahları, namazdan sonra akdedilen sohbet programının bir bölümünde gür sesi ve geniş müktesebatıyla yıllarca mektupları tercüme ve şerh etti. Bir ara haftanın her günü sabah namazlarından sonra İsmailağa Camii’nde de “Mektubat” dersleri vermişti.
Bayram Hoca, İmam-ı Rabbani Hazretleri’nden bahsederken kendisini, Onun adını ağzına almaya layık görmez, ismini telaffuz etme yerine “Sultan” kelimesini kullanırdı. Mektubat derslerinde zamanla o derece uzmanlaştı ki bir çok hocanın okumaya dahi cesaret edemediği mektupları kürsüde şerhetti. Bu yönü “Mektubatçı Bayram Hoca” diye tanınmasına yol açtı.
Bayram Hoca “Mektubat” dışındaki kitapları okutma noktasında da “müşarun bi’l-benan/parmakla gösterilen” bir ilim adamıydı. Zira İstanbul medreselerinde takip edilen klasik eserlerin yanı sıra doğu-batı medreselerinde okutulan bir çok kitabıda okutmaktaydı. Yıllar önce Arapça kitap satan bir dükkanda karşılaştığım bir öğrencisine “hocanız akaitte ne okutuyor?” diye sorduğumda talebesi şöyle demişti: “Said Ramazan el-Buti’nin Kübra’l-yakîniyyâti’l-kevniyye’sini henüz bitirdik, nasip olursa Seyyid Şerif Cürcani’nin Şerhu’l-Mevakıf’ine başlayacağız.” Ne oldu, başladılar mı, başladılarsa ne kadar devam ettiler bilemiyorum. Fakat bildiğim bir şey var ki o da bu devirde Şerhu’l-Mevakıf gibi kitapları okutabilecek hocaların sayısının iki elin parmaklarını geçmeyeceğidir.
Bayram Hoca etraflı bir literatür bilgisine de sahipti. O, neyi, nerede bulabileceklerini araştıran hoca ve öğrencilerin müracaat kaynağıydı. Ömrünü kitaplara vakfeden muasır bir İsmail Saib Sencer’di. Devlet kütüphanelerinin bir çoğundan daha büyük bir kütüphaneye sahipti. Buna rağmen durmaz, sık sık Sultanahmet’teki İrşad Kitapevi’ni ziyaret ederdi. Kitapevinde Onunla birkaç defa karşılaşmıştım. Yeni gelen kitaplara iştiyakla bakar, ilgisini çekenleri bir tarafa ayırırdı. Orada bulunan diğer kitap taliplileri, eserlerle alakalı istifsari sorular sorduklarında sözü alır, kitabın muhtevasından, tab’ eden yayınevlerine kadar ayrıntılı bilgiler verirdi.
Bayram Hoca iyi bir vaiz olmasının yanı sıra tahkik ehli bir ilim adamıydı. Seçiciydi; her bulduğu kitabı okutmaz, her gördüğü meseleyi anlatmazdı. Bu yüzden muhatapları sözlerini senet gibi güvenilir kabul ederdi. Söylenmesi gereken hakikatleri anlatmaktan da çekinmezdi. Bu yüzden son yılları hayli sıkıntılı geçmişti. Takdir belgeleriyle onurlandırılması gerekirken cami cami sürüldü. Bayram Hoca’yı en son bu yılın Ramazan ayında görmüştüm/dinlemiştim. Fatih’te ikibinden fazla kişinin hazır bulunduğu bir camide teravih öncesinde vaaz ediyordu. O geceki konuşmasında Osmanlı Devleti’nden bahsediyor, Çanakkale başta olmak üzere diğer cephelerde tahakkuk eden Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem)in manevi yardımlarını anlatıyordu. Konuşurken ifadeler boğazında düğümleniyor, belli bir süre sonra kendini toparlayıp gür sesiyle “Cemaat! Bu topraklara sahip çıkın!” ifadesini tekrar ediyordu.
Ulemanın kıt olduğu nasibsiz bir asırda yaşadığından omuzlarında büyük sorumluluk taşımaktaydı. Eşine az rastlanır bir ilim ve gönül eriydi. Büyük adamdı. Dünyaya “elveda” derken de büyük adamlar gibi gitti.
Kitapseverler, müşkili olan öğrenciler, vaazlarını takip eden cemaat Bayram Hoca’yı unutamayacak. Daha şimdiden özlediklerini söylüyorlar. “Sultan buyuruyor ki” deyişini, kürsüdeki celalli sesini, müeddep duruşunu, en zor metinleri rahat bir şekilde çözüşünü, siyonizme kafa tutuşunu ve istikametini özleyecekler…
Şehit Bayram Ali Hoca muasır bir İsmail Saib Sencer idi
İSMAİL SAİB SENCER KİMDİR?
İsmail Sâib Hocaefendi Osmanlının son döneminde yaşamış çok güçlü bir şahsiyetin sahibiydi. O kadar ki, gönülden bağlı olduğu değer yargılarından taviz vermemek, ilmiye kisvesinin bir nişanesi olan sarığı başından çıkarmamak için Dârülfünun’dan (üniversite) istifa etmiş, Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne bir nev’i sığınmış ve ömrünün sonuna kadar buradan dışarı çıkmamıştı. Kedilere ve kitaplara vakfedilen böyle bir ömrü tarihler nadiren kaydetmiştir.
Ahmet Açıkgöz, 11.12.2006
Bayram Hoca 3 eylül 2006 sabahında İsmailağa Camiinde kalbinden yediği bir hançer darbesiyle şehit olmuştur. Allah makamını ali şehadetini mübarek eylesin.
Bayram Hoca’nın ibare ve ifade vukûfiyeti ilim ehli tarafından takdirle karşılanırdı. “Kem aletle kemâlât olmayacağını” bilenler, Onda ders okumayı Allah Teala’nın bir ihsanı olarak telakki ederlerdi.
Muhterem Mahmud Efendi Hz öğrencileri arasında Ona ayrı bir alaka gösterirdi. Yıllarca ders olarak okuttuğu İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin “Mektubat”ını okuyup, şerh etme görevini Ona vermişti. Sultan Selim Camii’nde Pazar sabahları, namazdan sonra akdedilen sohbet programının bir bölümünde gür sesi ve geniş müktesebatıyla yıllarca mektupları tercüme ve şerh etti. Bir ara haftanın her günü sabah namazlarından sonra İsmailağa Camii’nde de “Mektubat” dersleri vermişti.
Bayram Hoca, İmam-ı Rabbani Hazretleri’nden bahsederken kendisini, Onun adını ağzına almaya layık görmez, ismini telaffuz etme yerine “Sultan” kelimesini kullanırdı. Mektubat derslerinde zamanla o derece uzmanlaştı ki bir çok hocanın okumaya dahi cesaret edemediği mektupları kürsüde şerhetti. Bu yönü “Mektubatçı Bayram Hoca” diye tanınmasına yol açtı.
Bayram Hoca “Mektubat” dışındaki kitapları okutma noktasında da “müşarun bi’l-benan/parmakla gösterilen” bir ilim adamıydı. Zira İstanbul medreselerinde takip edilen klasik eserlerin yanı sıra doğu-batı medreselerinde okutulan bir çok kitabıda okutmaktaydı. Yıllar önce Arapça kitap satan bir dükkanda karşılaştığım bir öğrencisine “hocanız akaitte ne okutuyor?” diye sorduğumda talebesi şöyle demişti: “Said Ramazan el-Buti’nin Kübra’l-yakîniyyâti’l-kevniyye’sini henüz bitirdik, nasip olursa Seyyid Şerif Cürcani’nin Şerhu’l-Mevakıf’ine başlayacağız.” Ne oldu, başladılar mı, başladılarsa ne kadar devam ettiler bilemiyorum. Fakat bildiğim bir şey var ki o da bu devirde Şerhu’l-Mevakıf gibi kitapları okutabilecek hocaların sayısının iki elin parmaklarını geçmeyeceğidir.
Bayram Hoca etraflı bir literatür bilgisine de sahipti. O, neyi, nerede bulabileceklerini araştıran hoca ve öğrencilerin müracaat kaynağıydı. Ömrünü kitaplara vakfeden muasır bir İsmail Saib Sencer’di. Devlet kütüphanelerinin bir çoğundan daha büyük bir kütüphaneye sahipti. Buna rağmen durmaz, sık sık Sultanahmet’teki İrşad Kitapevi’ni ziyaret ederdi. Kitapevinde Onunla birkaç defa karşılaşmıştım. Yeni gelen kitaplara iştiyakla bakar, ilgisini çekenleri bir tarafa ayırırdı. Orada bulunan diğer kitap taliplileri, eserlerle alakalı istifsari sorular sorduklarında sözü alır, kitabın muhtevasından, tab’ eden yayınevlerine kadar ayrıntılı bilgiler verirdi.
Bayram Hoca iyi bir vaiz olmasının yanı sıra tahkik ehli bir ilim adamıydı. Seçiciydi; her bulduğu kitabı okutmaz, her gördüğü meseleyi anlatmazdı. Bu yüzden muhatapları sözlerini senet gibi güvenilir kabul ederdi. Söylenmesi gereken hakikatleri anlatmaktan da çekinmezdi. Bu yüzden son yılları hayli sıkıntılı geçmişti. Takdir belgeleriyle onurlandırılması gerekirken cami cami sürüldü. Bayram Hoca’yı en son bu yılın Ramazan ayında görmüştüm/dinlemiştim. Fatih’te ikibinden fazla kişinin hazır bulunduğu bir camide teravih öncesinde vaaz ediyordu. O geceki konuşmasında Osmanlı Devleti’nden bahsediyor, Çanakkale başta olmak üzere diğer cephelerde tahakkuk eden Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem)in manevi yardımlarını anlatıyordu. Konuşurken ifadeler boğazında düğümleniyor, belli bir süre sonra kendini toparlayıp gür sesiyle “Cemaat! Bu topraklara sahip çıkın!” ifadesini tekrar ediyordu.
Ulemanın kıt olduğu nasibsiz bir asırda yaşadığından omuzlarında büyük sorumluluk taşımaktaydı. Eşine az rastlanır bir ilim ve gönül eriydi. Büyük adamdı. Dünyaya “elveda” derken de büyük adamlar gibi gitti.
Kitapseverler, müşkili olan öğrenciler, vaazlarını takip eden cemaat Bayram Hoca’yı unutamayacak. Daha şimdiden özlediklerini söylüyorlar. “Sultan buyuruyor ki” deyişini, kürsüdeki celalli sesini, müeddep duruşunu, en zor metinleri rahat bir şekilde çözüşünü, siyonizme kafa tutuşunu ve istikametini özleyecekler…
Şehit Bayram Ali Hoca muasır bir İsmail Saib Sencer idi
İSMAİL SAİB SENCER KİMDİR?
İsmail Sâib Hocaefendi Osmanlının son döneminde yaşamış çok güçlü bir şahsiyetin sahibiydi. O kadar ki, gönülden bağlı olduğu değer yargılarından taviz vermemek, ilmiye kisvesinin bir nişanesi olan sarığı başından çıkarmamak için Dârülfünun’dan (üniversite) istifa etmiş, Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne bir nev’i sığınmış ve ömrünün sonuna kadar buradan dışarı çıkmamıştı. Kedilere ve kitaplara vakfedilen böyle bir ömrü tarihler nadiren kaydetmiştir.
Ahmet Açıkgöz, 11.12.2006
Bayram Hoca 3 eylül 2006 sabahında İsmailağa Camiinde kalbinden yediği bir hançer darbesiyle şehit olmuştur. Allah makamını ali şehadetini mübarek eylesin.
Ateist olmuş Kemalistin Dilinden Kemalizm Dini
Aşağıdaki yazı kökten kemalist ama sonunda ateist olmuş bir vatandaşa ait. Buraya almamızın sebebi "ilahlaştırılmış atatürkün" aslında onlar için de zül ve utanç sebebi olduğunu kendi dillerinden sizlere aktarmaktır. Utanmalarının sebebi atatürk'ün dini dogmaları reddedip yerine akılclık ve bilimsellik metodunu getirmiş olmasına karşın yine atatürkçülerin onu ilahlaştırmış olmaları ve bizzat bir dogma haline getirmiş olmalarıdır. İbretle okuyoruz
SAPKIN KEMALİSTLİK
ATATÜRKÇÜLÜĞE SIZAN PUTÇULUK
Kemalizm’in Atatürk’ün işaret ettiği gibi bilimi rehber alanları olduğu gibi, sapkın olanları da var. Kemalizm’in sadece sağı ve solu yok. Yani,
İlahlaştırılan Atatürk
Atatürk’ü insanüstü bir kişilik göstermenin de ötesinde de bir peygamber, hatta bir tanrı gibi göstermeye varan bir sapkınlıktır bu. Bu sapkınlar, Kemalizm’i ve laikliği bir dinmiş gibi göstermeye çalışan dincilere malzeme vermiş, adeta onlara destek olmuş, gericiliğin öne çıkmasına ve Atatürk devrimlerinin kötü gösterilmesine zemin hazırlamışlardır. Bu sapkınlığın adı Atatürk kültü’dür ama hödük kalmış, başarılı olamamış, halk tarafından kabul görmemiştir.
- 12 Mart’çı kemalistler
- 12 Eylül’cüler gibi antidemokratik kemalistler
- Darbeci kemalistler
- İşbirlikçi, ABD’ci kemalistler
- Kapitalizm savunucusu sağ Kemalistler
- Tam bağımsızlıkçı, antiemperyalist kemalistler
- Sosyal demokrat ya da sosyalist kemalistler
- ilerici ve çağdaş uygarlıkçı sol Kemalistler..
İlahlaştırılan Atatürk
Atatürk’ü insanüstü bir kişilik göstermenin de ötesinde de bir peygamber, hatta bir tanrı gibi göstermeye varan bir sapkınlıktır bu. Bu sapkınlar, Kemalizm’i ve laikliği bir dinmiş gibi göstermeye çalışan dincilere malzeme vermiş, adeta onlara destek olmuş, gericiliğin öne çıkmasına ve Atatürk devrimlerinin kötü gösterilmesine zemin hazırlamışlardır. Bu sapkınlığın adı Atatürk kültü’dür ama hödük kalmış, başarılı olamamış, halk tarafından kabul görmemiştir.
Ne yazık ki bu sapkınların arasında değerli yazarlar ve şairlerimiz de yer almıştır. Behçet kemal Çağlar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Kemalettin Kamu gibi Türk edebiyatının en tanınmış kalemleri bile bu sapkınlığın aktörleri olmuşlardır.
İşte Süleyman Çelebi’nin Muhammed hazretleri için yazdığı mevlid’i taklit eden Behçet Çağlar’ın Atatürk için yazdığı mevlid:
Yüceltme sapkınlığı Mevlid yazmakla kalmaz. Bir putlaştırma yarışı başlar, peygamberleştirilir, ilahlaştırılır. Aşağıdaki dizeler Edip Ayel’e ait:
Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe.
Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun
Türk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun.
Tutsak seni lâyık, yüce Tanrı’yla müsâvi
Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvî
Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses
İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!
Olan olmuş, Atatürk Allah’la benzeştirilmişti. Artık bu dalkavukluğun sonu gelmezdi. Büyük şairlerden bu dizeleri okuyan Atatürk sevdalıları da elbette onlardan aşağı kalmayacak ve bir salgın gibi Atatürk putçuluğu toplumda yaygınlaşacaktı. Ve ırkçı bir bakışa dönüşecekti. Dikkat edilirse Atatürk’le birlikte Türklük de ırkçı bir anlayışla yüceltilmektedir.
Bu örnek de Behçet Çağlar’dan:
Kaç yıldır Türkçe’ydi Tanrı’nın dili
İnsana ne ilâh, ne de sevgili
Ne de ana-baba aratıyordu
Her an yaratıyor, yaratıyordu.
Bu Halil Bedii’den:
Tanrı gibi görünüyor her yerde
Topraklarda, denizlerde, göklerde
Gönül tapar, kendisinden geçer de
Hangi yana göz bakarsa: Atatürk.
Bu da Kemalettin Kamu’dan:
Çankaya;
Burada erdi Mûsâ
Burada uçtu İsa
Bülbül burada varsa
Hürriyet için öter.
Ne örümcek, ne yosun
Ne mûcize, ne füsun…
Kâbe Arab’ın olsun
Çankaya bize yeter…
Faruk Nafiz Çamlıbel, bunlardan altta kalamazdı ve o da aldı sazı eline, döktürdü sapkınlığını:
On milyon bel, iki kat olmuşken eğilmeden
O’nda on beş milyonun boyu birden uzaldı.
Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmeden
Taptığımız ne varsa, hepsi ondan şekil aldı.
Atatürk ölünce bu defa şunları yazdı Çamlıbel:
Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil
Kanlı bir göz yaşı nehrinde muazzam tabutun
Ey ilâhın yüce dâvetlisi, göklerden eğil
Göreceksin duruyor kalbimizin üstünde putun!
Çamlıbel “put” derse, şeriatçiler demez mi? Tabi ki onlarda Atatürk heykellerini put olarak, Anıt Kabir’i tapınak olarak görecektir.
Yusuf Ziya Ortaç da kafileye katılır ve o da putçuluğu yerleştirmeye büyük özveriyle katkı da bulunur:
Topladı avucunda yıldırımı, şimşeği
Yoktan var ediyordu tanrı gibi her şeyi.
Nur ettin Atam.
Koca bir güneşin akşam olmadan
Dağların ardında sönüşü gibi
Millete can veren, vatan yaratan
Tanrının göklere dönüşü gibi.
Her zaman ırkıma büyük Baş Atam
Tanrılaş gönlümde, tanrılaş Atam!
Tabi bu ünlü edebiyatçıların ardından ismi duyulmuş-duyulmamış birçok şair Atatürk’ü şiirlerinde yüceltmeyi sürdürdü. Bu şiirler okullarda, merasimlerde okundu. Gericilik bu sapkınlıklardan palazlandı, büyüdü. Ders alınmadı. Yeri geldi mitinglerde bile söylenir oldu. Onlar Atatürk’ü göklere çıkarmaya çalıştıkça, Atatürk aşağı çekildi...
--------------------------------------------
Adminin Değerlendirmesi :
Adminin Değerlendirmesi :
Bu yazısında kemalist kişi Atatürkçülüğün birbirine zıt kutuplarının olduğunu iddia eder. Ona göre atatürkçülüğün akılcılık ve bilimselciliğe dayanan tavrı olduğu gibi işi hurafeciliğe ve totemizme götüren uç tavrı da varmış ama bunlar eskide kalmış, toplum atatürkçü düşüncenin bu putlaştırıcı tavrını benimsememiş reddetmiş. Yani birileri atatürkü putlaştırdıysa bu ona ve onun ilke ınkılaplarına zarar vermez kadrini düşürmezmiş..!
İşin Gerçeği
Biraz düşünen sıradan kemalistin bile kabul edemediği totemci Atatürkçülük ve putçu kemalizm bu ülkede yıllar yılı devletin resmi ideolojisi kabul edilmiş ve Milli Eğitim eliyle topluma dayatılmıştır. Bu dayatma altında atatürk bu milletin evlatlarına Allah'a eş ve Rasulüne alternatif gibi sunulmuş ve bir asra yakın süren bu sunum ve dayatmalar sonucu bir çok genç Allaha Kurana Rasulullaha olan imanını yitirmiştir. ve aslında yukarıda putçu kemalizmi eleştiren kemalist arkadaş da bu atatürkçü resmi politikalardan nasibini almış ve sonunda inançsız bir ateist olmuştur. Karaladığı sitesinde Kuranı, Hz Muhammedi gözden düşürmeye matuf müsveddeleri göz önünde durmaktadır, bakın aşağıdaki resim:
Sonuç: Resmen dayatılan bu ideoloji insanımızın imanını yok ettiği apaçık iken hala "iyi atatürkçülük, cici kemalizm"den bahsedilemez.
Kemalist Dinin Doğuşu
Kemalizm dini nasıl oluşturuldu !
Time Türk 19.02.2013
Atatürk'ün kutsallaştırıldığı tartışması günümüzde hala devam ederken 'büyük lider' için yazılmış ezan arşivlerde çarpıcılığıyla yerini koruyor
Mustafa Kemal Atatürk'ün doğaüstü güçlerinin var olduğuna inananlar hala tartışılırken bunun en çarpıcı örneklerine 1930'lu yılların edebiyatında rastlıyoruz. Öyle ki ünlü bir şair Atatürk'ün için ezan ve mevlit bile yazmış.
Atatürk'ün ezanı Türkçe'ye çevirdiği ve yıllarca toplumun ezandan nasıl uzak kaldığı hala tartışılan bir olgudur. 1932 yılında yürürlüğe giren uygulama 1950'de Demokrat Parti aslına döndürene kadar devam etmişti. Mustafa Kemal, bu yeniliğe giderken de hocalardan caiz olduğu fetvasını çıkarmayı da ihmal etmemişti. Bu kararların tartışılmasının tabu olmaktan yavaş yavaş çıktığı günümüzde Atatürk hala belli kesimlerin nefret edilen kişisi, belli kişilere göreyse kararları sorgulanamaz en büyük Türk lideri..
Atatürk'ün yaşadığı dönemde yazılan bazı edebi eserlere bakıldığında nasıl bir insanüstü varlık yaratılmaya çalışıldığının örneği ortaya çıkıyor. Günümüzde hala Atatürk'ü peygamber gibi görüyorlar eleştirisinin dayanağı aslında burada yatıyor. Atatürk'ü doğrularıyla yanlışlarıyla nihayetinde bir insan olarak yargılayamayan bireylerin ataları Cumhuriyet'in ilk yıllarında yaşamıştı.
"KEMALİZM DİNİ" NASIL OLUŞTURULDU?
Dönemin milletvekillerinden Şeref Aykut'a göre Kemalizm dini (kendi ifadesiyle) 6 oktan ( Bugün de bildiğimiz gibi cumhuriyetçilik, milliyetçilik, inkılâpçılık, devletçilik, laiklik ve halkçılık) oluşmalıydı. Aykut bilindiği gibi bu fikirlerini en temel şekilde "Kemalizm Dini" adı altında kitaplaştırmış ve Atatürk'e tapan(!) nesillerin nasıl yetiştirileceğini anlatmıştı.
ATATÜRK İÇİN EZAN VE MEVLİT
Bu dinin peygamberi olarak da Atatürk'ü gördükleri için onun adına tabi ki bir mevlit yazıldı. Hatta bununla da yetinilmeyip bir de ezan yazdılar. İşte Türkiye Cumhuriyeti'nin önemli şairlerinden Behçet Çağlar'ın yazdığı o ezan:
Atatürk ekber!
Atatürk ekber!
Ancak O var Atatürk!
Evliya odur,
peygamber odur,
sanatkâr Atatürk.
Talihe hâkim,
zekâya önder,
doğma serdar Atatürk.
Bunları geçti insan büyüğü:
Kendi kadar Atatürk!
Atatürk ekber!
Atatürk ekber.
Bizde O var. Atatürk!
Ne evliya, ne de peygamber..
Halkına yar Atatürk!”
Süleyman Çelebi'nin Hazreti Muhammed için yazdığı mevliti Atatürk'e uyarlamaktan çekinmeyen Çağlar bunu pek çok yerde okuttu da:
“Hak Teala çün yarattı Türk’ü ilk
Dedi, ‘Üç kıta da olsun ona mülk.’
Mustafa nurunu alnına koydu,
‘Bil! Kemal’in nurudur, ol nur!’ dedi.”
Geçti böyle nice ay, nice sene,
Vakt erişti bin sekiz yüz seksene
Ger dilesiz, bulasız oddan necat,
Mustafa-yı ba-Kemal’e essalat!”
Ol Zübeyde, Mustafâ’nın ânesi
Ol sedeften doğdu ol dürdânesi!
Gün gelip oldu Rızâ’dan hâmile
Vakt erişti hafta ve eyyâm ile.
Geçti böyle, nice ay nice sene
Vakt erişti bin sekiz yüz seksene.
Merhaba ey baş halâskâr merhaba
Merhaba ey ulu serdâr merhaba!
Atatürk'e tapınmaya kadar varan bu hayranlık sadece Behçet Çağlar ile de sınırlı kalmadı. Ünlü şairlerden Faruk Nafiz Çamlıbel Atatürk'ün ölümünden sonra onu kalbine bir put gibi yerleştirdiğini bakın nasıl anlatmış:
Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil
Kanlı bir göz yaşı nehrinde muazzam tabutun
Ey ilâhın yüce dâvetlisi, göklerden eğil
Göreceksin duruyor kalbimizin üstünde putun!
Diğer bir şair Halil Bedii Yönetken ise Atatürk'e olan bakış açısını böyle aktarmış:
Tanrı gibi görünüyor her yerde
Topraklarda, denizlerde, göklerde
Gönül tapar, kendisinden geçer de
Hangi yana göz bakarsa: Atatürk
Görüldüğü gibi Cumhuriyet'in ilk yıllarında Atatürk'ü ilahlaştırmak edebiyatın ana konularından biri olmuştu. Edebiyatı esir alan bu akım (...)
Türkiye'nin normalleşme yolunda ilerlediği bugünlerde Atatürk'ün belli çevreler tarafından kimseye kaptırmamak istenmesinin nedenini bu kutsallaştırmada aramak gerekiyor.
Bir ilah (!) yaratmak" adlı yazıyı oku